Add to Flipboard Magazine.

23 Eylül 2011

UZAKTAN EĞİTİM TEMBEL ve/veya BİLGİSİZ HOCALARA EKMEK KAPISI MI?


İstanbul Üniversitesi takdire şayan bir atılım ve emek gücü ile uzaktan ve açık öğrenimi gündemine almış; gerekli alt yapı ve eleman planlaması yaparak iddialı ve yetkin bir programla, uzaktan ve açık öğrenim-öğretim’e başlamış durumda. Neredeyse, üçüncü yılına girmek üzere.

Platon’dan bu yana aynı kalan, değişen teknolojilere rağmen “yüz yüze eğitimin” giderek artan bir ihtiyaca ve mükemmeliğe eriştiği günümüzde, uzaktan eğitim, özellikle İngiltere’deki, daha çok üniversite eğitimini alamamış ya da yeni bilgilere ihtiyaç duyan profesyonel kişilere yönelik olarak başlatılmış The Open University uygulaması ile geçtiğimiz otuz yılda oldukça ivme kazanmışsa da, artık popülerliğini ve işlevini yitirmiş hale geldiği bir aşamada, uzaktan/açık eğitimin İstanbul Üniversitesi aracılığı ile üniversite çağında fakat kazanamamış geniş bir öğrenci kitlesine açarak yapılması ne kadar yeniliktir, bunun tartışmasını uzmanlara bıraksak da, çevremizde gördüklerimiz, “uzaktan eğitimi” bazı odaklar için bulunmaz bir nimet yapmaktadır.

İlkönce şunu söyleyelim ki, gelişen iletişim teknolojileri, gerçekten de “enformasyonun bilgiye dönüşmesi” için gerekli olan erişim ve kullanılabilirliği çok yüksek derecede arttırmış durumda. Bu teknolojiler, özellikle akıllı telefonlar vasıtasıya, yüz yüze eğitimde (örgün de deniyor) yüz yüze eğitim süreci içinde, anında enformasyon elde etmek için ve onu ders sırasında bilgiye dönüştürmek için kaçınılmaz olanaklar ve kolaylıklar sağlıyor, “BlackBerry Academics” veya “iPhone” benzerleri üzerinden yapılan uygulamalar, büyük sayıdaki sınıflarda, hoca-öğrenci interaktivitesini (etkili etkileşimini) arttırıcı özelliklere ve arayüzlere sahip. Bu tür yardımcılar, yüz yüze eğitimi destekleyici ve zenginleştirici olarak kullanılabilir halde.

Yine Internet üzerinden bilgiye dönüşebilecek eğitime/enformasyona erişim de, gerçekten, Open University’nin televizyon ve kitap dağıtım sistemleri ile yakaladığı yaygınlığın çok ötesinde uygulamalara olanak sağlıyor. Yüz yüze eğitimin niteliğini değiştiriyor.

Fakat bu iki teknoloji de, -Internet üzerinden erişim ve tablet bilgisayar ve akıllı telefonlar- ancak yardımcı mahiyette teknolojik araçlar. Gerisi hocaya ve öğrenciye kalıyor. Her şeyi UZAKTAN hale getirmek, çok da pedagojik ve “üniversite eğitimi”ne uygun değil.

Şaşkınlık yaratan şu: İstanbul Üniversitesi’nin sanki ilkmiş gibi yaptığı takdire şayan uzaktan eğitim hamlesi, gariptir ki, eğitimle ve akademik hayatla en az ilgili bilgisayar özürlü “hoca” denilen çalışanlarda büyük bir heyecan yaratmış durumda.

Akademik çalışması hiç olmayan, yazdığı kitapların çoğunun aktarma veya intihal olduğu sabit, derslere girmeyen bazı kişierin, bilgisayar kullanmakta yaşadıkları acizliklere rağmen, uzaktan Internet ile eğitimin baş aktörleri kesildiği herkesin malumu.

Bu nedenle uyarıyoruz:

(1) Uzaktan eğitimin yüz yüze (örgün) eğitimden ayrı ve kendisine özgü hedefleri olan ve uygulamalara sahip müfredatı olmalı. Bu müfredatta görevli olan hocaların titizlikle ve yüz yüze eğitimi çok başarılı olarak yapanlar arasından nesnel ve tarafsız komisyonlarca, gerekirse “deneme dersleri”nden sınanarak, seçilmesi gerekli.
(2) Uzaktan eğitim öğrtencilerine yüz yüze (örgün) eğitimden aldıkları sertifikasyonlara eş değer diplomalar verilmemeli.
(3) Uzaktan eğitim malzemelerine, yüz yüze (örgün) eğitim öğrencilerinin de erişimi sağlanmalı fakat bunun tersi yapılmamalı.

Neden mi uyarıyoruz? Merak edenlere söyleyelim:

(1) Tembel, becereksiz ve akademik düzeyleri sıfır bazı hocalar, uzaktan eğitime üşüşmüş durumda. Büyük paralar kazanıyorlar.
(2) Uzaktan eğitim öğrencileri, yüz yüze ders vermekte çok başarılı olan hocalara başvurup, onların örgün eğitimdeki derslerine girmek için talepte bulunuyorlar.
(3) Ayrıca, haftada sadece 40-50 dakika (bir ders saati) evinde bilgisayar ekranı karşısında “ders” alanla, haftada en az 120 dakika (üç ders saati) mekan değiştirerek, para ve zaman harcayarak okula gelen ve sınavlardan o derece zorlanan öğrencilere eşit diploma vermenin, Anayasa’nın eşitlik hükmüne aykırı olduğu, örgün öğrencilerince anlaşılmış durumda.

Dünya’da, uzaktan/açık eğitimin, yeni teknolojiler nedeniyle artık, yığınsal bir tarzda organize edilmesinin modası geçiyor. Yerini, yeni iletişim teknolojileri ile, yüz yüze eğitimin interaktivitesinin zenginleştirilmesi ve desteklenmesi (akıllı telefonlarla ders esnasında enformasyona anında erişim; facebook, twitter gibi sosyal medyada, derslerin tekrarı ve sınıf gruplarında tartışılması ve hocaya sorulması gibi), tekil öğrenci bazında güçlendirilmesi alıyor. Harvard yine eski Harvard; Oxford yine eski Oxford. Bunların uzaktan yakından uzaktan eğitime ayıracak akılları yok...

İşin latifesi de var, pek latife de değil, gerçek: İstanbul Üniversitesi’nin bir çok fakültesinde, başta iletişim fakültesi olmak üzere, bu büyük Uzaktan Eğitim hamlesinden de önce, bazı hocalar tarafından uzaktan eğitim yapılıyordu. Bu bazı Hocalar derslere girmeyerek işi uzaktan idare ediyorlar, tek sayfalık ders notları ile, “antropoloji nedir”, “kültür nedir” gibi vize ve final sorularıyla örgün eğitim yapıyorlardı. Yeni Uzaktan Eğitim ile değişen sadece, bu hocaların slaytlarının veya İSUZEM’e çektirdikleri dokümanter filmlerin “uzaktan” bilgisayarda seyredilmesi olacak. Sanki, öğrenciye zorla, “Belgesel TV” izlettiriyorcasına.

Uzaktan eğitim, öğrenci hedef kitlesinde yapılan tanımlamalarla ikincil bir eğitim olarak uygulanır ve üniversiteye girememiş olanlara, hiç olmazsa geçici olarak oyalanma ve bilgi edinme ve düşük bir sertifikasyon erişimi sağlayan bir yapıya kavuşturulursa, çok yararlı olabilir fakat tembel ve akademik olarak düşük hocalara ekmek kapısı olursa, yanlış ve felaket !

Uyarması Vistilef’ten; uyarılara uyarsa YÖK, ülke kazanır. Hoca ve öğrenci kamusuna duyurulur.

09 Eylül 2011

İLLETİŞİM FAKÜLTESİ YIKILIRSA ORTAYA DEHŞET TABLOSU ÇIKMAZ MI?

Cerrahpaşa ve Çapa Tıp fakülteleri ve hastaneleri yıkılıp yeniden yapılacak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, göreve geldikten sonra yaptığı bir toplantıda, “Cerrahpaşa ve Çapa Fakülte Hastanelerinin taşınmasından yana değilim, ama şehrin merkezinde olan bu iki fakülte, muhtemel bir depremde yıkılacak olsa ortaya dehşet tablosu çıkar” demişti... Peki 1500 öğrencili ve herhangi bir eğitim anında 250 öğrencinin izbe ve ahır gibi amfilerde derse girdiği İletişim Fakültesi yıkılırsa, tablo ne olur?

04 Eylül 2011

ÜNİVERSİTELER TARİHİNDEN SAYFALAR


LJMU- Beykent İleri Eğitim Kurumu:
Beykent Üniversitesi’nin başlangıcı bir İngiliz üniversitesiydi. Liverpool John Moores University (LJMU)ile Beykent İleri Eğitim Kurumu (BİHE) arasında imzalanan “franchise” anlaşması iki yıl sürdü: 1995-1997. 1997 yılında, aynı kişilerce Beykent Üniversitesi kuruldu, BIHE’nin İdari ve Akademik Kurulu Beykent Üniversitesi’nin kurucu Mütevelli Heyeti olmuştu. Bu Heyet 1999 yılına kadar Üniversiteyi idare etti fakat sadece fiili eğitimde  Prof. Dr. Veysel Batmaz, üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurucu Dekanı olarak görev aldı ve Heyet, 2000 yılında Beykent Üniversitesi’nden tümüyle ayrıldı. Şimdiki Beykent Üniversitesi o Beykent değil; tarihine bile sahip çıkmıyor. 
(Kaynak: Veysel Batmaz, Benim Üniversitelerim, (Yakında yayınlanacak anılar).
İşte, o günlerin Beykent Kataloğu:











02 Eylül 2011

İ.Ü. İLLETİŞİM FAK. NELER GÖRDÜ NELER: BU SAYDAM ŞU BİZİM FAKÜLTE'DE "ALGILAMA YÖNTEMİ" DERSİNİ "ALGILAMA YÖNETİMİ" DİYE VERMİŞTİ; UZUN YILLAR...


KÖŞECİ POLİSİ MUHTESİP'TEN:


Ken Loach'un Yasaklı Filmleri                  


Ali Saydam, yönetmenlerin yaptıkları filmler nedeniyle cezalandırılmaları konusuna değinirken ünlü yönetmen Ken Loach'ın filmleri üzerinden örnekler vermiş:

İlk örnekten başlayacak olursak, Loach'ın "Ladybird, Ladybird" adlı filminin yasaklı olduğu için 40 senedir gösterime girememiş olması imkansızdır. Çünkü bu film 1994 yapımıdır. Üstelik, film sadece gösterime girmekle kalmamış, Berlin dahil olmak üzere bir çok festivale katılmış ve ödüller almıştır. 40 sene meselesinin nereden çıktığı ise Saydam'ın verdiği ikinci örneği incelediğimiz zaman netleşecek.

İkinci olarak, Saydam'ın sözünü ettiği "Question of Leadership"  belgeseline gelince, bu belgesel ilk olarak 1981'de ITV kanalında gösterilmek üzere çekilmiş ama bu kanalın geri çevirmesi üzerine, üç ay sonra  Channel 4 kanalında gösterilmiştir. Bu ilk belgeselden sonra Loach, 1983 senesinde aynı isimle bir belgesel serisi yapmıştır ve gerçekten de bu seriyi yayınlatma imkanı bulamamıştır. Ama, Saydam'ın bahsettiği ve yönetmenin 75. yaş günü şerefine ilk defa yayınlanacak belgesel bu değildir.

Yasaklı olan ve Ken Loach'ın 75. yaş günü şerefine ilk defa yayınlanacak olan belgesel, yönetmenin 1969 senesinde "Save The Children" vakfı yararına çektiği ve bazı bölümlerinde bu vakfı iyi bir şekilde göstermediği için, yayınlanması vakıf tarafından engellenen ve bir isim konmadığı için "Save The Children" olarak bilinen belgeseldir. İlgili haberlerde "yaklaşık 40 senedir yayınlanmayan belgesel" olarak lanse edildiği için, Saydam da bu rakamı kullanmış ama yukarıda açıklamaya çalıştığımız üzere, filmleri, belgeselleri, tarihlerini kısacası her şeyi birbirine karıştırdığından, yazısından doğru bir bilgi almak imkansız hale gelmiştir.
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/08/110824_ken_loach.shtml 
http://www.taraf.com.tr/haber/ken-loach-a-retrospektif-bakis.htm 
http://www.imdb.com/title/tt0110296/awards 
http://www.guardian.co.uk/film/2011/aug/28/ken-loach-class-riots-interview?cat=film&type=article