Add to Flipboard Magazine.

28 Aralık 2011

EROL KÖSE - ALİ ATIF BİR ATIŞMASI: "RATİNG" BAĞIRSAKLARINI TEMİZLİYOR....


NECEF UĞURLU'NUN YAZISINI, BİR NOT EKLEYEREK, KAYDA GEÇİRİYORUZ:

VİSTİLEF'İN NOTU: Uğurlu'nun yazısını okumadan yukarıdaki video'yu izleyin. Ancak bu notun amacı başka: Yazıda adı geçen Ali Murat Vural şu anda İstanbul Üniv. İlletişim Fakültesi'nde kadrolu... Neden? Niçin? Hangi özellikle? "Farabi" programı ile gelip, taşraya gideceğine İstanbul'da mekan kurmak YÖK ilkelerinin hangisine uyarlı? YÖK üyelerinden cevap bekliyoruz. "AA1 veremedik AMV mi olsun!" demek isteniyor. Gazetecilik Bölümü ve Dekanlık'tan da cevap bekliyoruz. Vistilef herkese açık...

RATİNG OPERASYONU ASLINDA BİR 'DAR ÇEVRE' OPERASYONU MUDUR?
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/4197-rating-operasyonu-aslinda-bir-dar-cevre-operasyonu-mudur.html
NECEF UĞURLU-KAYDA GEÇSİN...
(...) Bu nedenle Dr. Erol Köse’yi de dikkate almanızı öneririm.
Konu Prof. Ali Atıf Bir’in bir zamanlar Anadolu Üniversitesi  çatısı altında yapmış olduğu  rating ölçümleriyle ilgili denetimleriyle ilgiliydi. Bunu da çok fazla önemsemiyorum.
Deşifre’nin beni şaşırtan bir başka konuğu ise bir akdemiysen olan Prof. Ali Murat Vural’ın meselelerin esasına yönelmek yerine Prof. Ali Atıf Bir’in, ki  aynı üniversitede çalışmış olduklarını konuşmasından anladık, ‘İyi Hoca’ , ‘İyi Profesör’ , ‘İyi Gazeteci’, İyi Televizyoncu’  olduğu yönündeki son derece nesnel savunması ve kefaletiydi . Prof . Ali Murat Vural’ın görüşüne göre  dünyanın bütün iyilerini üzerinde toplamış bir bilim adamı  Prof. Ali Atıf Bir, olur mu olur ama ihtimal hesaplarına göre zayıftır. Ya da bir mucize  gerçekleşmiştir ihtiyaç bir süperman pelerinidir. Öğrencileri hocalarının uçmasını bir gün isteyeceklerdir, malum yeni gençlik teori ile yetinmiyor uygulama istiyor.
Deşifre Programına  bağırıp çağırdıktan sonra tekrar  bağlanan  Prof. Ali Atıf Bir’in Mehmet Ali Önel’e şimdi konuşamıyorum, benimle özel görüşün programıma davet ediyorum tarzı yaklaşımını ise ibretlik buluyorum.
Uluslararası Bilimsel Toplantılarda  ‘Kurgulanmış Gerçekliğe, Siyasal Taraflılığın Körleşmesine ve Toplumsal Güvensizliğe Mahkum Olmuş Bir Toplumsal Kurum: Medya ‘ ”Küresel Ekonomik Kriz Sonrası ‘Yeni Normal’ Medya ve İletişim” gibi ciddi sunum ve çalışmaları olan Prof. Ali Murat Vural’ın  ‘ Her şey bir yana Ali Atıf Bir bir yana’  tavrını akademik tarafsızlığa uygun  bulmadım. Ancak yapmış olduğu araştırma sonuçlarından açıkladığı çok önemli bir gerçek vardı, kahramansız bir toplum olduğumuz gerçeği. İçim cız etti . Aslında bu araştırma sonucuna göre  ekranlarda etkiden de söz edemeyiz,  demek ki  bu da  palavra. Allahtan etkileri yok mu diyeyim onu da bilemiyorum.
Bilişim teknolojileri devrimsel nitelikli değişimlere neden olmaktadırlar. Bu teknolojiler, ülkelerin sınıflarını  belirleyecek kadar büyük bir öneme sahiptirler. Çağımızda  bilgiler istenilen noktalara geleneksel yollardan milyonlarla ifade edilebilecek bir oranda daha hızlı ulaştırılabilmektedir. Bilişim toplumunun yolunun açılması ve gerçekleşmesi, "içerik" (bilgi) ve ''teknoloji"nin (bilgi teknolojisi) bütünleşmesiyle sağlanacaktır.
Bizim içerikler Türkiye’yi yansıtıp yansıtmadığı yıllardır tartışılan bir panelde ‘ama bu isteniyor ‘ bahanesiyle  dayatılan  Nişantaşı, Cihangir ‘ kimin eli kimin cebinde’  hikayeleriyle sınırlı  kaldı. Artık yakında insanlar içeriklerden kendi akışlarını yapacak, bir manada kendi televizyonlarını oturdukları yerden kuracak teknolojiye  geçmek üzereyken  bizleri medyanın nelere hazırladığı sorusu boşlukta.
Elalem alternatif evren, insanlığın kodları, varoluşun nedenleri peşinde dizilerde  kimbilir bilinen  nelere hazırlıyor toplumlarını tavsiye ederim  bakın,  sadece yarışma, eş bulmaya sınırlamamış.
Şekilde açıkça görüldüğü gibi Rating Operasyonu basit bir mesele değil.
Üç beş müstehcen, müstekrehin yerine muhafazakarlık koyalım heveslileri de hiç heveslenmesin dünya başka yere gidiyor. Bizimle kimsenin uğraşacak vakti yok. Sonra eller gider aya, biz kalırız gene yaya.
Rating operasyonuyla  ‘ Dar Çevre’nin  elemanları   ortaya çıkacak mıdır yoksa ‘Minnoş Dost’ email yollamış, yok o ona söylemiş, ama öbürü biliyormuş gibi zeka alayı ile mi karşı karşıya kalacağız .
Dar çevrenin  ilişkileri çözülmeyecek ilişkiler değil çoğu ortada zaten.
Artık mesele ulusal bir meseledir.  Bakın  Prof. Ali Murat Vural ‘ Kurgulanmış Gerçeklikten’  bahsetmiş sunumunda.
Medyanın  ‘kurgulanmış Gerçeği‘ nedir?  Kim kurguluyor, kurgulanan nedir , memleket  için hayırlı  mıdır? Bu soruları kayda geçirelim.
Bu tabii kayda geçirmek istediğim şu soruyu da aklıma getiriyor. MGK da bu konular yani medya  konuşulur mu?  Böyle bir departman var mıdır,  varsa  bu konulardan kimler sorumludur?
Sivil veya asker MGK’da kimler  sorumludur  bu konularla ilgilenen Medya Paşa’sı var mıdır?  Subliminal mesajları, dar çevreyi, iktisadi ilişkileri takip edenler kimlerdir?
Medya Ulusal Güvenlik kapsamı içinde midir, dışında mıdır ?
Savcının iddianamesini beklerken sorularımızı kayda geçiriyoruz.

22 Aralık 2011

AA1 yumurtlayıp dururken, bir kaç haftadır TV ratinglerinde olanları VEYSEL BATMAZ dokuz yıl önce yazdı:

Rating Ölçümlerini RTÜK Finanse Etmek ve Denetlemek Zorunda
Veysel Batmaz

 “AGB DENEKLERİ ARANIYOR başlıklı seri ilan üç gün önce Damga Gazetesi'nin seri ilanlar bölümünde yayınlandı. İlanı kimin verdiği bilinmiyor. İddialara göre, ilan AGB'yi yıpratmak için verilmiş. Habershow sitesi ise ilanı Star grubunu verdiğini iddia etti. Ayrıca AGB'nin ilanın ardından savcılığa suıç duyurusunda bulunduğu iddia edildi. Habershow ilanda verilen telefon numarasını aradı ve burayla yaptığı görüşmeyi yayınladı...

İŞTE İLGİNÇ TELEFON GÖRÜŞMESİ
Uzanlara ait Damga Gazetesi'nde AGB denekleri için verilen ilanda yeralan telefon numarasını aradık... Karşımıza özel olduğunu söyledikleri araştırma şirketinden bir hanımefendi çıktı... Bize önce ismimizi ardından rating cihazını ne zamandan beri kullandığımızı sordu... Söyledik... Tabii ki doğru olmayan bilgiler verdik... Amacımız araştırma yapmaktı ! Hangi semtte oturduğumuzu da sorduktan sonra yaptıkları ankete katılmamız halinde bize ödül vereceklerini açıkladı hanımefendi...
 Ödülün ne olacağını sorduk...
"Para" dedi...
"Ne kadar ?" dedik...
"Tam bilmiyorum ama 2 milyar TL civarı...Bu konuyu Metin Bey'le görüşün... " dedi...
"Peki bu parayı kesin verecek misiniz ? Çünkü yaptığımız iş yasal değil, kendimizi riske atıyoruz..." dedik...
"Tabii ki alacaksınız ödülünüzü..." yanıtını aldık...
"Tamam biz tekrar ararız..." deyip telefonu kapattık...
Araştırmamızdan çıkan sonuç :
Star Grubu bu işte ciddi !
AGB'ye duyurulur...

Damga Gazetesi'ndeki ilanda yeralan telefon numarası : 0546 596 33 08”


Yukarıdaki haber www.superpoligon.com'da 18 Mart 2003 tarihinde yayınlandı. Aynı gün Star Gazetesi'nden iki kez telefonla arandım ve AGB ile ilgili görüşlerim soruldu. Ben de, MEME'ye demeç vermediğimi, konu ile ilgili zaman zaman hem www.haber3.com da, hem de www.dorduncukuvvetmedya.com da yazdığımı, buralardan kaynak göstererek iktibas yapabileceklerini söyledim.

İsteyen bu yazımdan da alıntı yapabilir.

Konu gerçekten ciddi. Yukarıdaki tür ilanlarla, artık amaç ne ise, gizli kalması gereken AGB denekleri aranmaya ve kontrol edilmeye başlandıktan sonra, bu rating işine bir son nokta koyma isteğim son noktasına gelmiş bulunuyor…

RTÜK'ü çok önceleri uyarmıştım. Rating işi artık onun işiydi. AA1 Kanun maddesini yanlış okumaktan mıdır, yoksa yazdığı medya grubunun direktiflerinden ve çalıştığı AGB denetçiliğinden midir nedir, yanlış yorumlamıştı maddeyi, ben de konu ile ilgili bir yazı yazmıştım: "FATİH KARACA HAKLI, AA1 HAKSIZ" (Bkz: www.haber3.com ve www.dorduncukuvvetmedya.com; 
http://www.haber3.com/aa1-bana-cevap-ver--60409y.htm ). RTÜK derin uykusundan uyanmamıştı. Hâlâ uykuda. İş tam alaturka biçimde karıştı ve yukarıda zikredilen ilanla deneklerin yerlerini saptamaya kadar vardı.

İnsan ister istemez 1966'da ABD'de, Nielsen'in başına gelenleri hatırlıyor. Harris Komisyonu'nda çalışan Rex Sparger, rating deneklerinden 58'inin yerlerini saptamış ve bunları CBS prodüktörlerinden Charles Lowe'e satarken yakalanmıştı. Bunun üzerine, Harris Komisyonu geniş çapta araştırmalarının sonucunda bir dizi karara vardı.

Kim bu Harris diyeceksiniz? Komisyonu ne yapar?

Efendim, bundan tam 40 yıl önce, 1963 yılında, aynı şimdi bizde olduğu üzere ABD'de de ratingler geniç çapta sorgulanmaya başlanmıştı. Medya sektörü, ratingi ölçen örneklemin küşük, sonuçlarının çarpıtılmış, verilerinin ise iyi analiz edilmemiş olduğunu söylüyordu. İş tabii daha da öncelere dayanmaktaydı. San Fransisco'lu radyo istasyonun sahibi Stanley Breyer, 3 Temmuz 1950'de gazetelere tam sayfa ilanlar vererek, Hopper'ın mı, Pulse'ın mı ratinglerinin doğru olduğunu sorgulamaya başlamıştı.

İş Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Komisyon'u başkanı Senatör Mike Monroney'e düştü. Amerikan İstatistik Derneği'nden çok saygın istatikçileri toplayıp bir Meclis Araştırma Komisyonu kurdu ve konuyu inceletti. Bu Komisyon'a Senatör Magnuson başkanlık yaptı.

Komisyon bir hata yapıp, sadece rating ölçen Araştırma Şirketleri başkanlarını sorgulayınca işler daha da çözülmez hale gelmişti. Monroney-Magnuson Komisyonu tam 8 yıl işbaşında kaldı ve sonunda, "rating ölçimlerinde yapılan hilelerin Yarışma Programlarındaki sahtekârlıklara yol açtığı kanısına vardı." Bu da FCC'nin, tüm bilgiye dayanan televizyon yarışma programlarını yasaklaması ile sonuçlandı.

Merak ettiniz ya, bu Harris Komisyonu ne diye, işte geldik:

1960 yılında, Temsilciler Meclisi üyesi Oren Harris, Eyaletlerarası ve Dış Ticaret Komisyonu başkanlığına gelmişti. Bu rating işine de bir türlü kafası basmıyordu. 1200 hane ile yapılan araştırma nasıl olur da, 30 milyon hane'yi ölçebilirdi? Bu konuda yalnız değildi. Amerika'nın neredeyse tamamı böyle düşünüyordu. Yine Amerikan İstatatistik Derneği'ne başvuruldu. Madow Komisyonu kuruldu. Komisyon üyesi Charles Wright benin Annenberg'de hocam oldu yıllar sonra. Bu komisyon ise, konuyu istatistik olarak ele aldı ve rating ölçümlerinde herhangi bir yanlışlık bulmadı. Daha sonra da (1963-1966) Harris Komisyon'unun teşviki ile kurulan CONTAM (Committee on National Television Audience Measurement) araştırmaları başladı. Araştırmalar 1970'e kadar devam etti. Çeşitli araştırma şirketleri ile üniversitelere FCC büyük fonlar aktararak araştırmaları yaygınlaştırdı.

O zamanlar audimeter'lerla, telefon coincidentals adı verilen araştırma teknikleri karşılaştırılıyordu. Bu araştırmalarda, ARB'nin (American Research Bureau) her yıl iki kez yaptığı ve 55 bin hane'yi kapsayan anket yöntemi ile gerçekleştirdiği taramalar baz alındı.

Harris Komisyonu, ARB, McCann-Ericson, Madow, Simmons, ARMS, CONTAM, COLTRAM metodolojik araştırmaları ve raporlarının sonuçlarını burada yazmam teknik olduğu için sizin için sıkıcı olur; ben de bedava bir iş yapmaktan bilirsiniz sıkılırım. İyisi mi yazmayayım, dileyen biraz yorulsun bulsun. Ama ilk CONTAM araştırmasından bahsedeyim: Biliyorsunuz, 3 standart sapma bir örneklemin % 99.7'sini, 2 % 95'ini, 1 de % 68'ini kapsar. İşte bu yolla, program ratinglerinin farklı araştırmalarda çıkan sonuçlarının karşılaştırılması ve örneklemin büyüklüğünün temsiliyet derecesini hesaplamak kolaylaşır. COMTAM 1, bunu yapmıştı. Ne sonuç mu aldı? Okumadınız herhalde beş önceki cümlemi…


İş öyle AA1 ve Reha Muhtar kapışmasına benzemiyor değil mi? Bir de Star Grubu girdi işin içine. Ama Star genel olarak haklı… Bakalım ne olacak? Hatırlarsınız, ne demiştim: Ben adamı mektebe göndermem, gömerim…

Sadece reyyyytinnngggvole anlatmak için yazmadım tabii üstteki satırları. Bir başka meramım da var:

Türkiye'de rating'lerin RTÜK tarafından finanse edilmesi, denetlenmesi ve tüm kamuya açıklanması kanun gereği. 4676-3984 sayılı yasaların 13. Maddesi ile değişen 29. Maddesi'nin (f) bendi bakın ne diyor, aynen aktarıyorum: "Ulusal izlenme oranları, Üst Kurul tarafından her takvim yılı için tespit edilir ve o yılı izleyen Ocak ayı içinde açıklanır."

Bu madde çok açıktır. Tek bir noktada, tek bir araştırma ile bu oranın saptanması mümkün olmadığı ve hergün bu iş yapan bir şirket olduğu için, Üst Kurul ya hergün ya da belli aralıklarla rating araştırması yapmakla mükellef kılınmıştır. Bunu bir şirkete havale de edebilir. Fakat finansmanın karşılamak, denetlemesini yapmak, her kanalı kapsamak ve hepsini doğru bir biçimde kamuya tek tek açıklamak, bilimadamlarına da yaptığı işin ne kadar doğru olup olmadığını kontrol etmeleri için ham data'dan tüm analizlere kadar elde ettiği her şeyi vermek zorundadır. Hergün yapıyorsa, hergün vermekle yükümlüdür.

Şimdi diyeceksiniz ki bu serbest, özgür, hür oğlu hür piyasa koşullarında bu işi ne yaptığını zar zor bilen RTÜK'e havale etmek de nereden çıktı? Bunun, satırlarım arasında karambola gelmemesi için vuzuhat açısından bir kere daha vurgulamamın iktiza etmesi ne kötü! [Bunu, üstelik ilk söyleyen ben de değilim: Ithiel de Sola Pool. Oğlu Jonathan Pool, benim Kadıköy Maarif'ten İngilizce hocamdı. Prof. Pool, ısrarla ABD'de ratinglerin FCC tarafından ölçülmesini savunmuştur. Hem de tam bir serbest piyasadan yana olan biri olarak.]

Türkiye'de tam da Irak savaşı esnasında, nereden mi çıktı bu? RTÜK Kanunu'nun emredici hükmünden. Ayrıca işin bir de mâli yönü var: RTÜK reklam cirolarından belli bir pay alıyor. Reklam ciroları ne? Reklamverenlerin Ajanslara ödediği komisyonlardan, Ajansların medyaya ödediği ristürnlerden oluşuyor. Yani ne? TİAK.

Oldu mu size RTÜK bir TİAK… Hem de kanunen. Hay allah, tezkerede çuvallayan bu Meclis nelere kâdir, boşuna dememişler, hâkimiyet milletindir diye.

Bu konuda daha ayrıntılı yazılarımı, Bir Televizyon Masalı: RTÜK ile BÜDÜK adlı kitabımda okuyacaksınız. AZZZ SONRAAA…

Prof. Dr. Veysel Batmaz
19 Mart 2003

19 Aralık 2011

BU NE DEMEK AA1?

Bir yumurta daha, Banvitçi AA1'den:

"Muhafazakâr basın şunu anlamakta zorlanıyor: Nasıl yüzde 50 oy alan AK Parti iktidarında böyle şeyler izlenebilir? ınsanın evinde ne izlediğini bir reyting cihazı biliyor, bir de Allah. Gider AK Parti’ye oy verir, sonra da müstehcen denilen yapımları izler. Bu konuda istediğiniz kişiyle akademisyenliğimi bırakma adına iddiaya girerim. Yarın başka bir 2500 kişi seçelim, üç aşağı beş yukarı aynı dizi ve kanallar çıkar."

Bu ne demek AA1? "Denekler değişse bile, inadım inat, sıralamayı değiştirmez AGB mi" demek? Yoksa, "ben hiç 'örneklem nedir' dersi almadım ki" mi demek?

ZEYL: Ya Hu, A-Tıf  A-Tıf, bu yazdıklarının hangisi bilinmiyor, bir de onu yazsaydın ya...: http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/178694-halk-trt-nin-ipini-1990-da-cekti-makalesi.aspx

18 Aralık 2011

Banvit'ten alıştı, yumurtlayıp duruyor...

"Çünkü AGB verisi [reytinler], 2500 aile manipüle edilse bile kimse kusura bakmasın 75 milyonun neyi izlediğini manipüle edemez. 2500 aile ile diğer aileler arasında organik bir bağ yoktur!" 
AA1, 20.12.2011, Bugün


FLAŞ FLAŞ FAAAŞŞŞ... Reytingçilerin şikesine isyan edenlere (başta kendi yazdığı gazetesindeki klavyedaşlarına) en kötü haber yumurtacı AA1'den geldi... Yumurtasını yukarıda okudunuz, yorulmayın, yorumlayalım. 


Şunu yumurtluyor AA1: 


.... Fazla heyecana gerek yok, reyting şikesi sadece tv patronları, reklamverenler ve program müdürleri ve yapımcıları arasında olan "fitbol şikesi" gibi bir şeydir. Halkı ilgilendirmez... Onlar ne izleyeceklerini bilirler, ne izlediklerini de reklamverenler "google" amcaya başvurarak, neyin tıklandığına bakarak ölçerler, reyting de neymiş!... Halkımız, reytingden hiçç mi hiiiiççç etkilenmez....


Eyyy, "yeni süreçte yardıma her an hazır olduğunu, bunu kamusal bir görev kabul ettiğini" (agy) TİAK Başkanı'na temenna çakarak ilan eden Banvit'çi reytinglerin efendisi AA1,  madem halkı manipüle edemiyormuş AGB verileri (reytingler), peki bu ne biçim kamu görevi?


İşte buna FLAŞ MILAŞ denmez, FAŞŞŞ, FAŞŞŞ, FAŞŞŞ denir: reyting operasyonunun 20 yıl geçmişe uzamasını önlemeye çalışıyor reytinglerin efendisi...


Bizden uyarması, gerisi reyting şikesi için hop oturup, hop kalkan medyaperverlere kalmış: Prof. Bingür  Sönmez'in tavsiyelerine uyarak, AA1'i omlet mi, scrambled mı, yoksa menemen olarak mı yersiniz, kendiniz karar verin.

17 Aralık 2011

ÜFÜRÜKÇÜ AA1

Aşağıdaki yazıyı tam 11 yıl AGB'yi denetleyen bir reytinnggg uzmanı yazarsa, siz ne dersiniz?


Reyting yolsuzluğunda dikkat!

Reytinglere müdahale edilmesi konusu yeni bir konu değil, yaklaşık 5 yıldır reytinglere dışarıdan müdahale edildiği söyleniyor.
Sonunda işe "organize suç" da karıştı ve iddia edilen"yolsuzluk" kanıtlanma aşamasına geldi. İyi de oldu. En azından reytinglerle ilgili şaibeler biter ve doğru dürüst bir reyting sistemine ulaşırız.
Kafanızdaki temel soruya yanıt vereyim. Diyorsunuz ki "Böyle bir şey yapılabilir mi? Yapımcılar adresleri alabilir mi? Reytingler manipüle edilebilir mi?"
Yanıtım şu: Her şey mümkün.
Ancak adreslerin satılması ile reytinglerin etkilenmesi çok ayrı konular. Gerçekten adresler satılmış. Adreslere ulaşılmış, adreslerdeki insanlar istenen programı fazla izlemiş olabilir. Ancak bu izlemelerin reyting hesaplamalarına dahil edilip edilmemesi ayrı bir konudur. Gidip AGB verilerini ayrıntılı incelemeden de ne olduğunu asla öğrenemezsiniz.
Bu nedenle bu konuyu inceleyenlere önerim; iki olayı ayrı tutmaları... Yapım şirketleri ve ölçüm şirketindeki birtakım dolandırıcıları ortaya çıkarmaları, reytinglerdeki manipülasyonu anlamak içinse mutlaka sistemi başından sonuna bir gözden geçirsinler...
Aksi takdirde iddialar yine sadece lafta kalır asla kafalar netleşmez! Önerim budur. Bu konuyu yazmaya devam edeceğim. Bugün Gazetesi, 16.12.2011
.

14 Aralık 2011

VEYSEL BATMAZ SORUYOR: AA1 BU İŞE NE DİYECEK? OPERASYON SON 20 YILI KAPSAYACAK MI?


14 Aralık 2011 / 13:41
TV REYTİNGİNDE SAHTECİLİK OPERASYONU: 
AGB ve çok sayıda şirkete 25 adreste operasyon düzenlendi.

25 noktaya yapılan baskında birçok gözaltı var. Bu isimlerin birkaç saat içinde açıklanması bekleniyor.
İstanbul'da Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında reyting ölçüm şirketleri ile bazı yapım firmalarına operasyon yapıldı. 3 kişinin gözaltına alındığı operasyonun haksız kazanç elde edilmesi ile reyting ölçümünde kullanılan deneklere ilişkin bilgilerin sızdırılması konusuyla ilgili olduğu öğrenildi. Polisin operasyon kapsamında Ay YapımTims Yapım ve Med Yapım isimli şirketlerde arama yaptığı belirtildi.Reyting ölçüm şirketlerinden AGB'de de arama yapıldığı ve şu ana kadar 3 kişinin gözaltına alındığı kaydedildi. Bazı internet sitelerinin ve ünlü site yöneticilerine ait adreslerin de arama yapılan adresler arasında olduğu belirtildi.
Petek Dinçöz'ün eski eşi, ünlü magazinci Can Tanrıyar'ın gözaltına alınmaycağı ve ifade vereceği gelen son bilgiler arasında. İlker İnanoğlu ve Can Tanrıyar’ın evinde de arama yapıldığı bildirildi. KARA KUTU CAN TANRIYAR MI ?
Can Tanrıyar'ın magazin sitesi Uçankuş, yayımladığı iddialar ile olaya son noktayı koydu. Sitede yayınlanan yazıda karakutunun Can Tanrıyar'ın olduğunu iddia ediliyor.
İşte yayınlanan o yazı : "Uçankuş 3 yıldır "bunu" yazıyordu!.. AGB'de büyük yolsuzluk olduğunu iddia ediyordu!.. Ve beklenen gün geldi!.. Savcılık olaya el koydu!... Organize, konuyla ilgili tüm şahısları incelemeye aldı!... Konuyla ilgili sayısız yazısı olan Can Tanrıyar, "evimde ve ofisimde olan tüm dökümanları polise teslim ediyorum!.. 3 yıl önce TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin'le birlikte ortaya döktüğümüz iddialar, artık resmen oryaya çıkmıştır!... Bundan sonra birilerinin başı çok fena ağrıyacak!... Ortada 3 milyar dolarlık bir reklam pastası var!.. Elimdeki tüm bilgi ve belgeri polisle paylaşıyorum" TRT OLAYLI ŞEKİLDE AYRILMIŞTI ... TRT, TİAK’ın da içinde bulunduğu rating ölçümleme sisteminden Ocak 2010 tarihinde ayrılmıştı. TRT’nin kararı ile ilgili ilk açıklamayı, Hukuk Müşaviri Avukat Veysel Gümüş, "Günün Konusu" programında yapmış ve AGB sistemine ciddi eleştirilerde bulunmuştu.

SON GELİŞME: Veysel Batmaz'ın sorularına AA1 cevap verdi, verirken de kendini temize çıkartmaya çalıştı... Dinleyin kendiniz yorumlayın: http://www.gercekgundem.com/?p=423622

EN SON GELİŞME: AA1 Emniyet'te, "11 yıl AGB'nin denetçisiydim ama ben yapmadım" mı dedi?:

Reyting skandalı genişliyor, 15.12.2011, STAR Gazetesi, Saat: 13:30

Bazı televizyon kanallarının izlenme oranlarının belirlenmesinde usulsüzlük yapıldığı iddiasına ilişkin reyting ölçüm ve yapım şirketlerine yönelik yürütülen soruşturma kapsamında Prof. Dr. Ali Atıf Bir'in bilgisine başvuruldu.
Vatan Caddesi'ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü yerleşkesine gelen Ali Atıf Bir, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde bilgisine başvurulmasının ardından emniyetten ayrıldı.

04 Aralık 2011

YENİ ÜNİVERSİTE YASASI İÇİN ÖNERİLER

1. Fakülteler artık miadını doldurmuş bulunuyor. Fakülteler kalksın, Tıp ve Hukuk dışında tüm bölümler idari, mali tüzel kişiliğe kavuşturulsun. Lisans Üstü eğitim bölümlere verilsin.

2. Üniversitelerde Senato üyelerini, öğretim üyeleri ve öğrenciler seçsin.

3. Rektör Senato tarafından seçilsin.

4. Tüm üniversiteler, öğrenci-mezun-öğretim üyelerinin ortaklaşa kuracakları Vakıflara devredilsin.

20 Kasım 2011

AKLINIZ NEREDEYDİ?


BİRDENBİRE, SANKİ HER ŞEY YENİ OLUYORMUŞ GİBİ, SAĞLIKÇILAR VE TIPÇILAR ALEVLENDİLER... İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ'NİN SAĞLIK EKİBİ, PROFESÖRÜNDEN, ÇALIŞANINA, ÖĞRENCİSİNDEN ASİSTANINA, "SAĞLIK DÖNÜŞÜMÜ"NÜ PROTESTO ETMEK İÇİN EYLEME BAŞVURACAKLARMIŞ... AKLINIZ NEREDEYDİ? KEMAL ALEMDAROĞLU'NUN HUKUKSUZLUKLARINA, MESUT PARLAK'IN HADDİNİ BİLMEZLİKLERİNE TIK ÇIKARMADINIZ; BU İKİ ÜNİVERSİTÖR İLE BOĞUŞANLARI KİŞİSEL KADERLERİNE TERK ETTİNİZ, HEPSİNİ TEK TEK KORUNMASIZ VE YALNIZ BIRAKTINIZ; ONLARA TOPLU DESTEK OLMADINIZ... ŞİMDİ İSE BAĞIRIYORSUNUZ... ARTIK ÇOK GEÇ. İLKÖNCE "TAM GÜN" İLE "DAİMİ STATÜ"NÜN AYNI OLMADIĞINI ÖĞRENMELİYDİNİZ (Bkz: Vistilef Arşivi); SONRA TIP FAKÜLTELERİNİN TÜM ÜNİVERSİTEYİ ÇÖKERTİĞİNİ BİLMELİYDİNİZ: İTİBARLI ULUSLARARASI ENDEKSLERDE EN İTİBARLI TÜRK ÜNİVERSİTELERİNİN İÇİNDE TIP FAKÜLTELERİ OLMAYANLAR OLDUĞUNU ALGILAMALIYDINIZ... ARTIK ÇOK GEÇ... YALNIZSINIZ... SİZİ EKMEK TEKNENİZİN HAMURU İLE BAŞBAŞA BIRAKIYORUZ... "GREV" YAPACAKLARMIŞ... SİZ GREV'İN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ? VİSTİLEF

İŞTE TIPÇILARIN İFLAH OLMAZ ÇIĞLIKLARI (Kaynak: adilmedya.com):

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi, sağlık sistemindeki 'Yeni Oluşum' adı altında yapılacak düzenlemelerdeki aksaklıklara dikkat çekmek için greve gidiyor




Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Haseki Kardiyoloji Ensitütisi 22 Kasım Salı günü greve gidiyor. Greve giden sağlık çalışanları 'Sağlıkta Dönüşüm' adı altında getirilen düzenlemelerle hastanelerin özelleştirilerek sağlık sektörünün para kapısı haline geleceğini, hem hastaların hem sağlıkçıların mağdur edileceğini dile getiriyor.
Grev öncesi Cerrahpaşa Tıp ve İstanbul Tıp Fakültelerinde grev çadırı kuruldu.

Grevle ilgili görüşlerini aldığımız Aydın Erol şunları dile getiriyor:
"İstanbul Üniversitesi Sağlık Kurumlarında (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Haseki Kardiyoloji Ensitütisi) 22 Kasım Salı günü gerçekleştireceğimiz grev öncesi Cerrahpaşa Tıp ve İstanbul Tıp Fakültelerinde grev çadırı kurduk. Tıpta ve sağlıktaki yıkıma dur demek için İstanbul Tıp Fakülteleri Öğretim Üyeleri Girişimi, Uzmanları, Asistanlar,Öğrencileri, İstanbul Tabip Odası, Sağlık Ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Aksaray Şubesi bu grevi örgütlemeye karar verdik.
Tüm sağlık bileşenleri olarak açtığımız grev çadırında hasta ve hasta yakınlarını bilgilendirerek 22 Kasım Salı günü yapacağımız grev yürüyüşüne gelmelerini hizmeti veren sağlık çalışanlarıyla birlikte yürümeye, ayrıca Salı gününden itibaren öğle 12.30- 13.30 arası hastane içinde yürüyüşleri yaparak tüm çalışanları eylem günü taleplerimiz etrafında mücadeleye davet ediyoruz.

22 Kasım Salı günü Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde sabah saat 09.00'da hastane bahçesinde toplanarak hastane içinde yürüyüş başlatacağız. Saat 10.00'da hastaneden çıkarak Çapa kitlesiyle buluşmak üzre yürüşe başlayacak. Aynı saatlerde Çapa sağlık çalışanları hastaneden çıkıp Fındıkzade yönünde yürüyüş başlatacaklar."



Bu konuda manüpüle edilen ve geçmişi unutturmaya çalışan, "aklınız neredeydi" sorusunun yine sorulabileceği bir başka haber için tıklayın: http://www.gercekgundem.com/?p=417876

MEDYA NE DEMEK? KÖŞECİ YAZICILAR BİLİYOR MU?




"Polisiye mantığı geri mi dönüyor?
Polis devleti!..
Radikal’de yazan Cengiz Çandar ortamın da iklimin de müsait olduğuna dikkat çekmiş..
Niye mi?
Şöyle yazmış..
“Zira, Türkiye’de herhangi bir polis rejimine hizmet sunmaya hevesli, çok sayıda kişiden oluşan bir medya ortamı mevcut”
Dikkat!
Medya ortamından söz ediyor.." Kaynak:http://www.medyatava.com/haber.asp?id=87325


Vistilef OLARAK BİZ  ÇANTACI CENGİZ'İ OKUMAYIZ, YİNE BİR MEME ŞAKLABANI OLAN Mehmet Tezkan'DAN ALINTILADIK YUKARIDAKİ ÇANDARZADE CENGİZ'İN ETTİĞİ LAFI. TEZKAN BİRAZ UYANIK, NE DE OLSA MEME MUHALİFİ AMA TAŞI GEDİĞİNE OTURTAMAMIŞ, SADECE DİKKAT ÇEKMEKLE YETİNMİŞ. YOKSA O DA MI BİLMİYOR, MEDYA'NIN "ORTAM" OLDUĞUNU... 
AHMET ALTAN'I DA OKUMAYIZ... YUKARIDAKİ "BAB-I ÂLİ KAPISINI" YAKALADIKTAN SONRA, BİR DE BAKTIK Kİ, AYNISININ TIPKISINI O DA YAPMIŞ... HEM DE KİMİNLE SOHBET EDERKEN? EVET YANILMADINIZ ÇANTACI CENGİZ İLE... BUNLARIN TÜMÜ MEME'Cİ:
(NTV'nin telefon dökümleriyle ilgili Taraf'a yöneltilen suçlamalara Ahmet Altan'ın cevabı)
Ahmet Altan: Bizim hata yapmamızı bekleyen bir medya ortamı var.
Cengiz Çandar: Fazlasıyla var.

03 Kasım 2011

İLLETİŞİM'DE BİR ZAMANLAR ÇOK OLURDU...


İlgilenenlere duyuruyoruz:
Dekan'a
Mobbing Cezası: 5 ay hapis, 3000 TL tazminat

KOÜ Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zehra Gönül Balkır, bir öğretim üyesine mobbing (piskolojik baskı) uyguladığı gerekçesiyle 5 ay hapis cezasına çarptırıldı


KOÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çakır, 2008 yılında Kırgızistan’daki bir kongreye katılmak için yaptığı başvurunun görüşüldüğü Hukuk Fakültesi Yönetim Kurulu toplantısında, aralarındaki husumetten dolayı "çekimser" oy kullanan Balkır’ın, toplantıdan olumlu ya da olumsuz karar çıkmasını engellediğini, bunun da Yükseköğretim Kanunu’na aykırı olduğunu belirterek, 2009’un Mart ayında Kocaeli Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu.
Cumhuriyet savcılığının, ilgili yasalar uyarınca soruşturma izni verilmesi için şikayet dilekçesini gönderdiği YÖK Denetleme Kurulu raporunda, "psikolojik baskı" ve "koruyup kollama" iddialarından dolayı Prof. Dr. Zehra Gönül Balkır hakkında KOÜ Rektörlüğünce iki farklı ceza soruşturulması açılmasını uygun gördü.
Bunun üzerine KOÜ Rektörü Prof. Dr. Sezer Şener Komsuoğlu başkanlığında oluşturulan yetkili kurulun, her iki soruşturmada da Hukuk Fakültesi Yönetim Kurulu Başkanı Dekan Prof. Dr. Balkır hakkında "men-i muhakeme kararı" vermesi üzerine Çakır, bu kararların kaldırılması için Danıştay’a başvurdu.
Danıştay 1. Dairesi ise ilgili yasa gereğince fakülte yönetim kurulunda her üyenin "kabul" ya da "ret" oyu kullanmak zorunda olduğunu hatırlatarak, Çakır’ın Kırgızistan’daki bilimsel toplantıya yolluk ve yevmiyeli olarak katılmasına ilişkin yaptığı başvurunun görüşüldüğü kurul toplantısında "çekimser" oy kullanan Balkır’ın Yükseköğretim Kanunu’nun 61. Maddesine aykırı hareket ettiğine karar verdi.
Balkır hakkında kamu davası açılması konusunda yeterli şüphe oluştuğundan KOÜ Rektörlüğünce oluşturulan yetkili kurulun aldığı "men-i muhakeme" kararını bozan daire, "Görevi kötüye kullanmak" suçundan Balkır’ın Kocaeli Sulh Ceza Mahkemesinde yargılanmasına karar verdi.
Kararın ardından Balkır hakkında Kocaeli 5. Sulh Ceza Mahkemesinde açılan davanın karar duruşmasında, Prof. Dr. Balkır’ı "görevi kötüye kullanmak" suçundan 5 ay hapis cezasına çarptırdı. Sanık hakkında verilen hükmün açıklamasını geri bırakan mahkeme, Balkır’ın 5 yıl adli denetime tabi tutulmasına karar verdi.
Bu arada, Prof. Dr. Zehra Gönül Balkır, daha önce de Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çakır’a psikolojik baskı (mobbing) uyguladığı gerekçesiyle Kocaeli 4. Sulh Hukuk Mahkemesince 3 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkum edilmişti.
Radikal

15 Ekim 2011

KAÇI ALEMDAROĞLUCU, PARLAKSEVER?

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan yaptığı açıklamada, "Kamuoyunda takdir toplayan bir başka icraatımız, başörtüsü ve kılık-kıyafet serbestisiyle alakalıydı. Bunu, üniversite özerkliğinin bir şartı olarak gördük ve yapılan uygulamayı hiçbir zaman tasvip etmedik. Şimdi üniversitelerimizin neredeyse tamamında mesele halledilmiştir. 30-35 civarında hocamızın hala buna karşı duruşu var, onları yakından takip ediyoruz. Yakında bu mesele de hallolmuş olacak." dedi. Kaynakhttp://www.haber3.com/yok-baskani-turban-karsiti-30-hoca-kaldi-1045814h.htm#ixzz1apedjyuZ


Vistilef merak ediyor, bu 35 kadar "hoca"nın arasında kaç tanesi İstanbul Üniversiteli ve kaç tanesi Alemdaroğlu-Parlak "ekibi"nden? Takip edildiklerine göre, bu özellikleri de biliniyordur !!!

07 Ekim 2011

Ortak yönleri, hiçbirinde Tıp fakültesi yok


Dünyanın en iyileri arasında dört Türk üniversitesi yer aldı 
Times Higher Education'un 2011 yılı en iyi üniversiteler sıralamasına Türkiye'den 4 üniversite girdi Dünyanın en saygın sıralamalarından biri kabul edilen Times Higher Education'un (THE) 2011 yılı en iyi üniversiteler sıralamasına Bilkent, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Boğaziçi üniversiteleri adını yazdırdı. Bu yılki sıralamada 400 üniversiteye yer verilirken, İTÜ ve Boğaziçi de ilk defa dünyanın en iyileri arasına girmeyi başardı. Türkiye'de en yüksek puan alan üniversite Bilkent Üniversitesi oldu. Listenin 204'üncü sırasında yer alan Bilkent'i, 285'inci sıradaki İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve 289'uncu sıradaki Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) izledi. Boğaziçi Üniversitesi ise listede 307'nci sırada yer aldı.

05 Ekim 2011

2003 YILINDAN BU YANA PROF. DR. VEYSEL BATMAZ MEME'Yİ MEME'DEN UYARIYORDU; YENİ ANLADILAR ANDAVALLILAR...


Aşağıdaki haber iki gün önce ilkönce gazeteport.com'da, sonra da haberÜRK'te yayınlandı... 2003 yılında Prof. Dr. Veysel Batmaz, STAR gazetesinde bu konuyu ayrıntısı ile açıklamış ve o zamanlar, TV ratinglerinden sorumlu ve ölçen TİAK ve AGB kuruluşlarının hem danışmanı, hem yöneticisi ve hem de denetçisi olan, gaz-te köşecisi AA1'in bu işi kıvıramadığını yazmıştı; AA1, Prof. Batmaz'ı mahkemeye vermiş ve davayı kaybetmişti. Daha sonra bir kaç kez aynı konu gündeme geldi ama en son gündeme gelişi, MEME'cileri epey heyecanlandırmışa benziyor. Unutmayın, Vistilef ne derse, o olur; işte haber, artık yeter:
"Bana sorarsanız ekonomi tarihinin en büyük skandalı ve yolsuzluğuyla karşı karşıyayız. Reyting yarışına hile karışmış. Hem de yıllardır...." YS, gazeteport.com 
YAVUZ SEMERCİ'NİN GAZETE HABERTÜRK'TEKİ YAZISI- 04.10.2011
Reytinge hile karışmış
Bana sorarsanız ekonomi tarihinin en büyük skandalı ve yolsuzluğuyla karşı karşıyayız. Reyting yarışına hile karışmış. Hem de yıllardır. Bazı uyanıklar (yapımcı veya kanal yöneticileri) televizyonlara reklam verenlerin tek ölçütü olan reytingleri belirleyen denek listesini ele geçirmişler. Gazeteport.com’un özel haberi dün doğrulandı.
Televizyon izleme Kurulu, reklam verenler ve kanal yöneticileri bir araya gelerek açıklama yaptılar. Meğer 2008 yılında 2 bin 500 kişilik denek listesi birilerinin eline geçmiş. Her yıl denekler değiştirildiğinden şu anda 800 denek aktif olarak sistemdeymiş. Onlar acilen devre dışı bırakılacakmış. İşin özeti şu: Milyarlarca dolar bu deneklerden gelen bilgilere göre dağıtıldı.
Bazı kanallar (diziler) hak ettiklerinden fazla reklam aldı. Bazı kanallar ise hak ettiği reklamı alamadı. Tavsiyem basit: Yargı ve kolluk kuvvetleri gazetecilerin geyiklerini dinleyeceğine bu denekleri parayla, rüşvetle ayarlayanları dinlesin. Milyarlarca doların haksız yere el değiştirmesine yol açanlar kimlermiş ortaya çıkarılsın. 
Ayrıntısı için aşağıdaki linkleri tıklayın:
http://vistilefblog.blogspot.com/2006/04/yargitay-ali-atif-birin-okuma-zrl.html
http://vistilefblog.blogspot.com/2008_11_01_archive.html 
http://www.tumgazeteler.com/?q=Veysel%20Batmaz%20rating&gun=7000&sira=Rank
http://www.tumgazeteler.com/?a=4355319
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=758063&keyfield=56657973656C204261746D617A
http://www.haber3.com/rating-olcumlerini-rtuk-finanse-etmek-ve-denetlemek-zorunda-34793y.htm


23 Eylül 2011

UZAKTAN EĞİTİM TEMBEL ve/veya BİLGİSİZ HOCALARA EKMEK KAPISI MI?


İstanbul Üniversitesi takdire şayan bir atılım ve emek gücü ile uzaktan ve açık öğrenimi gündemine almış; gerekli alt yapı ve eleman planlaması yaparak iddialı ve yetkin bir programla, uzaktan ve açık öğrenim-öğretim’e başlamış durumda. Neredeyse, üçüncü yılına girmek üzere.

Platon’dan bu yana aynı kalan, değişen teknolojilere rağmen “yüz yüze eğitimin” giderek artan bir ihtiyaca ve mükemmeliğe eriştiği günümüzde, uzaktan eğitim, özellikle İngiltere’deki, daha çok üniversite eğitimini alamamış ya da yeni bilgilere ihtiyaç duyan profesyonel kişilere yönelik olarak başlatılmış The Open University uygulaması ile geçtiğimiz otuz yılda oldukça ivme kazanmışsa da, artık popülerliğini ve işlevini yitirmiş hale geldiği bir aşamada, uzaktan/açık eğitimin İstanbul Üniversitesi aracılığı ile üniversite çağında fakat kazanamamış geniş bir öğrenci kitlesine açarak yapılması ne kadar yeniliktir, bunun tartışmasını uzmanlara bıraksak da, çevremizde gördüklerimiz, “uzaktan eğitimi” bazı odaklar için bulunmaz bir nimet yapmaktadır.

İlkönce şunu söyleyelim ki, gelişen iletişim teknolojileri, gerçekten de “enformasyonun bilgiye dönüşmesi” için gerekli olan erişim ve kullanılabilirliği çok yüksek derecede arttırmış durumda. Bu teknolojiler, özellikle akıllı telefonlar vasıtasıya, yüz yüze eğitimde (örgün de deniyor) yüz yüze eğitim süreci içinde, anında enformasyon elde etmek için ve onu ders sırasında bilgiye dönüştürmek için kaçınılmaz olanaklar ve kolaylıklar sağlıyor, “BlackBerry Academics” veya “iPhone” benzerleri üzerinden yapılan uygulamalar, büyük sayıdaki sınıflarda, hoca-öğrenci interaktivitesini (etkili etkileşimini) arttırıcı özelliklere ve arayüzlere sahip. Bu tür yardımcılar, yüz yüze eğitimi destekleyici ve zenginleştirici olarak kullanılabilir halde.

Yine Internet üzerinden bilgiye dönüşebilecek eğitime/enformasyona erişim de, gerçekten, Open University’nin televizyon ve kitap dağıtım sistemleri ile yakaladığı yaygınlığın çok ötesinde uygulamalara olanak sağlıyor. Yüz yüze eğitimin niteliğini değiştiriyor.

Fakat bu iki teknoloji de, -Internet üzerinden erişim ve tablet bilgisayar ve akıllı telefonlar- ancak yardımcı mahiyette teknolojik araçlar. Gerisi hocaya ve öğrenciye kalıyor. Her şeyi UZAKTAN hale getirmek, çok da pedagojik ve “üniversite eğitimi”ne uygun değil.

Şaşkınlık yaratan şu: İstanbul Üniversitesi’nin sanki ilkmiş gibi yaptığı takdire şayan uzaktan eğitim hamlesi, gariptir ki, eğitimle ve akademik hayatla en az ilgili bilgisayar özürlü “hoca” denilen çalışanlarda büyük bir heyecan yaratmış durumda.

Akademik çalışması hiç olmayan, yazdığı kitapların çoğunun aktarma veya intihal olduğu sabit, derslere girmeyen bazı kişierin, bilgisayar kullanmakta yaşadıkları acizliklere rağmen, uzaktan Internet ile eğitimin baş aktörleri kesildiği herkesin malumu.

Bu nedenle uyarıyoruz:

(1) Uzaktan eğitimin yüz yüze (örgün) eğitimden ayrı ve kendisine özgü hedefleri olan ve uygulamalara sahip müfredatı olmalı. Bu müfredatta görevli olan hocaların titizlikle ve yüz yüze eğitimi çok başarılı olarak yapanlar arasından nesnel ve tarafsız komisyonlarca, gerekirse “deneme dersleri”nden sınanarak, seçilmesi gerekli.
(2) Uzaktan eğitim öğrtencilerine yüz yüze (örgün) eğitimden aldıkları sertifikasyonlara eş değer diplomalar verilmemeli.
(3) Uzaktan eğitim malzemelerine, yüz yüze (örgün) eğitim öğrencilerinin de erişimi sağlanmalı fakat bunun tersi yapılmamalı.

Neden mi uyarıyoruz? Merak edenlere söyleyelim:

(1) Tembel, becereksiz ve akademik düzeyleri sıfır bazı hocalar, uzaktan eğitime üşüşmüş durumda. Büyük paralar kazanıyorlar.
(2) Uzaktan eğitim öğrencileri, yüz yüze ders vermekte çok başarılı olan hocalara başvurup, onların örgün eğitimdeki derslerine girmek için talepte bulunuyorlar.
(3) Ayrıca, haftada sadece 40-50 dakika (bir ders saati) evinde bilgisayar ekranı karşısında “ders” alanla, haftada en az 120 dakika (üç ders saati) mekan değiştirerek, para ve zaman harcayarak okula gelen ve sınavlardan o derece zorlanan öğrencilere eşit diploma vermenin, Anayasa’nın eşitlik hükmüne aykırı olduğu, örgün öğrencilerince anlaşılmış durumda.

Dünya’da, uzaktan/açık eğitimin, yeni teknolojiler nedeniyle artık, yığınsal bir tarzda organize edilmesinin modası geçiyor. Yerini, yeni iletişim teknolojileri ile, yüz yüze eğitimin interaktivitesinin zenginleştirilmesi ve desteklenmesi (akıllı telefonlarla ders esnasında enformasyona anında erişim; facebook, twitter gibi sosyal medyada, derslerin tekrarı ve sınıf gruplarında tartışılması ve hocaya sorulması gibi), tekil öğrenci bazında güçlendirilmesi alıyor. Harvard yine eski Harvard; Oxford yine eski Oxford. Bunların uzaktan yakından uzaktan eğitime ayıracak akılları yok...

İşin latifesi de var, pek latife de değil, gerçek: İstanbul Üniversitesi’nin bir çok fakültesinde, başta iletişim fakültesi olmak üzere, bu büyük Uzaktan Eğitim hamlesinden de önce, bazı hocalar tarafından uzaktan eğitim yapılıyordu. Bu bazı Hocalar derslere girmeyerek işi uzaktan idare ediyorlar, tek sayfalık ders notları ile, “antropoloji nedir”, “kültür nedir” gibi vize ve final sorularıyla örgün eğitim yapıyorlardı. Yeni Uzaktan Eğitim ile değişen sadece, bu hocaların slaytlarının veya İSUZEM’e çektirdikleri dokümanter filmlerin “uzaktan” bilgisayarda seyredilmesi olacak. Sanki, öğrenciye zorla, “Belgesel TV” izlettiriyorcasına.

Uzaktan eğitim, öğrenci hedef kitlesinde yapılan tanımlamalarla ikincil bir eğitim olarak uygulanır ve üniversiteye girememiş olanlara, hiç olmazsa geçici olarak oyalanma ve bilgi edinme ve düşük bir sertifikasyon erişimi sağlayan bir yapıya kavuşturulursa, çok yararlı olabilir fakat tembel ve akademik olarak düşük hocalara ekmek kapısı olursa, yanlış ve felaket !

Uyarması Vistilef’ten; uyarılara uyarsa YÖK, ülke kazanır. Hoca ve öğrenci kamusuna duyurulur.

09 Eylül 2011

İLLETİŞİM FAKÜLTESİ YIKILIRSA ORTAYA DEHŞET TABLOSU ÇIKMAZ MI?

Cerrahpaşa ve Çapa Tıp fakülteleri ve hastaneleri yıkılıp yeniden yapılacak. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, göreve geldikten sonra yaptığı bir toplantıda, “Cerrahpaşa ve Çapa Fakülte Hastanelerinin taşınmasından yana değilim, ama şehrin merkezinde olan bu iki fakülte, muhtemel bir depremde yıkılacak olsa ortaya dehşet tablosu çıkar” demişti... Peki 1500 öğrencili ve herhangi bir eğitim anında 250 öğrencinin izbe ve ahır gibi amfilerde derse girdiği İletişim Fakültesi yıkılırsa, tablo ne olur?

04 Eylül 2011

ÜNİVERSİTELER TARİHİNDEN SAYFALAR


LJMU- Beykent İleri Eğitim Kurumu:
Beykent Üniversitesi’nin başlangıcı bir İngiliz üniversitesiydi. Liverpool John Moores University (LJMU)ile Beykent İleri Eğitim Kurumu (BİHE) arasında imzalanan “franchise” anlaşması iki yıl sürdü: 1995-1997. 1997 yılında, aynı kişilerce Beykent Üniversitesi kuruldu, BIHE’nin İdari ve Akademik Kurulu Beykent Üniversitesi’nin kurucu Mütevelli Heyeti olmuştu. Bu Heyet 1999 yılına kadar Üniversiteyi idare etti fakat sadece fiili eğitimde  Prof. Dr. Veysel Batmaz, üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurucu Dekanı olarak görev aldı ve Heyet, 2000 yılında Beykent Üniversitesi’nden tümüyle ayrıldı. Şimdiki Beykent Üniversitesi o Beykent değil; tarihine bile sahip çıkmıyor. 
(Kaynak: Veysel Batmaz, Benim Üniversitelerim, (Yakında yayınlanacak anılar).
İşte, o günlerin Beykent Kataloğu: