Add to Flipboard Magazine.

30 Aralık 2010

VİSTİLEF AÇIKLIYOR:POLİSE SINIRSIZ ARAMA İZNİNİ MESUT PARLAK ALDIRTTI...

Örtüsüz baskı İstanbul Üniversitesi üzerine 1998 yılından beri çökmüş durumda. Bu baskının değişik görünümlerini Vistilef arşivinden de izleyebilirsiniz. Ancak, bu kez alenileşti. Aslında, bu izni alan emniyet güçlerine ve verditen İstanbul Üniversitesi yöneticilerine sormak lazım. 2004 yılından bu yana polisin sınırsız arama ve engelleme izni varken, üniversitede çıkan olayların sorumlusu kim? İşte bu cevap meseleyi açıklığa kavuşturur. Cevabı bekliyoruz....

ÖRTÜSÜZ BASKI

İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün talebiyle 1. Sulh Ceza Mahkemesi Fatih İlçesi sınırları içerisinde bulunan tüm fakültelerin girişlerinde, içlerinde öğrencilerin üstlerini, çantalarını, poşetlerini, özel eşyalarını arayabilecek. Kararın; bilime ve akademik özgürlüğe vurulmuş bir darbe olduğunu belirten öğrenciler, İstanbul Üniversitesi ana kapısı önünde toplanıp seslerini duyurdu.

'POLİS DIŞARI, BİLİM İÇERİ'
Genç-Sen, Öğrenci Kolektifleri, Demokratik Yurtsever Gençlik, TKP'li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti ve Emek Gençliği'nin çağrısıyla Edebiyat Fakültesi ve Merkez Kampüs'te toplanan 300 öğrenci, ana kapı önüne yürüdü. Öğrenciler, "Polis dışarı, bilim içeri", "Öğrenci düşmanı Yunus Söylet istifa", "YÖK'e rake, zaningehe rizgar ke", "YÖK, polis, mobese, edi bese" sloganlarını attı. Öğrenciler, ayırca Herne peş ve Beyazıt Marşı'nı söyledi.
KARARIN SEBEBİ '68 FOBİSİ
Oğuz Yüzgeç, öğrenciler adına yaptığı açıklamada, alınan bu kararla anayasada belirtilen en temel insan hakları ilkelerinden olan seyahat özgürlüğü, vücut dokunulmazlığı hakkı, özel hayatın gizliliği ilkelerinin de ihlal edildiğini söyledi. Yüzgeç, bu karara karşı kamuoyunda görüşleri sorulan okul yönetiminin verdiği cevaplara dikkat çekti.
Rektör Yunus Söylet'in "Karardan haberim var. Ancak yurtdışında olduğum için açıklama yapmayacağım" dediğini, Rektör Yardımcısı Ahmet Gökçen'in ise "Öğrenci olaylarının Avrupa'da tırmanışa geçmesi üzerine bu kararı aldık" şeklinde açıklama yaptığını hatırlatan Yüzgeç, bu açıklamanın hem çok vahim olduğunu, hem de verdiği mesaj bakımından çok anlamlı olduğunu söyledi.
'ÜNİVERSİTELER TESLİM ALINMAK İSTENİYOR'
Oğuz Yüzgeç, "Avrupa'da öğrenciler harç zamlarına karşı günlerdir sokaklarda. Bunu gözeterek alınan bir karar açıkça göstermektedir ki, İstanbul Üniversitesi özelinde öğrencilerin haklarını alabilecek uygulamalara ses çıkarmasının önüne geçilme isteği bu kararı onlara aldırtmıştır" dedi.
Yüzgeç, ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe, Anadolu Üniversitesi, Yıldız Teknik üniversiteleri ve Dolmabahçe toplantısı esnasında İstanbul'un birçok yerinde üniversitelilerin polis şiddetine maruz kaldığını hatırlattı, AKP hükümetinin üniversitelerde yarattığı yıkımlara karşı sesini çıkaran, bir araya gelen üniversitelileri baskı altına alarak, tehdit ederek teslim almak istediğini söyledi.
OHAL İÇİN İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ PİLOT OKUL
Bu kararın, Rektör Söylet'in Başbakan'la yaptığı görüşmeden sonra alındığına dikkat çeken Yüzgeç, bu kararın üniversitelerde olağanüstü hal ilanı olduğunu ve İstanbul Üniversitesi'nin pilot okul olarak seçildiğini söyledi. Oğuz Yüzgeç, "Bilinsin ki ne üniversitemizde, ne de Türkiye'nin diğer üniversitelerinde baskılara boyun eğmeyeceğiz" dedi.
Öğrenciler, İstanbul Üniversitesi Rektörünü, söz konusu karar ve öğrencilere verilen cezalar gerekçesiyle istifaya çağırırken, polise sınırsız arama yetkisi veren mahkeme kararının da derhal iptal edilmesini istedi.
ETHA
Kaynak: http://www.adilmedya.com/haber.asp?id=13090

29 Aralık 2010

İLLET İŞİM GALERİSİNE NE OLDU?

Müdürlüğünü Prof. Dr. Suat Gezgin'in yaptığı Türkiye'nin ilk iletişim galerisi adı altında takriben yedi kez açılışı yapılan, sergilediği parçalar arasında herkesin evinde bulunabilecek yenilikte iletişim daktiloları ve sahaflarda çokça bulunabilecek hurda dergi ve basılı malzemeler ile eski püskü fotoğraf makinesi aksamları bulunan, müzeleri üzesi "İstanbul İletişim Fakültesi İletişim Galerisi" sonunda müzelik oldu ve bulunduğu İ.Ü. Nadide Yazma Eserler Kütüphanesi binasından atıldı. Ne olacağı belli olmayan bu nadide illet işim ürünlerine yer aranıyor. Yaşayan ve yaşamayan Vakıf üniversitelerine duyurulur.

10 Kasım 2010

ÖLÜMÜNÜN 72. YILINDA SOSYALİSTLER MUSTAFA KEMAL'E NASIL BAKIYOR?

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu:
Ben öncelikle bir Marksist, bir sosyalist olarak Mustafa Kemal’i bugün hayırla yad edilecek bir burjuva devrimcisi olarak değerlendiriyorum....Mustafa Kemal’den akademik bir kimliği ya da tam oturmuş ideolojik formasyonu olmamasına rağmen tarihten öğrenme, farklı kültürlerden öğrenme, dünyaya geniş bir ufukla bakabilme anlayışının bugün için ciddi bir anlam ifade ettiğini düşünüyorum. Diğer taraftan yaşama sevincinin, estetik kaygılarının, belagata önem vermesinin önemli olduğunu düşünüyorum.... Aynı şekilde Cumhuriyet’in yetmiş iki buçuk millet denen, Balkanlardan Kafkaslara ve Ortadoğu’ya kadar farklı coğrafi ve etnik kökenlerden gelen insanları bir gelecek umudunda, bir ortak yaşam sürme iradesinde birleştirmek konusunda tarihsel olarak başarısız sayılamayacağını düşünüyorum. Bugün bizi bir arada tutan, sorunlara rağmen bize bir arada yaşama gücü veren de bu anlayıştır. Diğer taraftan bugünün insan hakları, özgürlükler anlayışı çerçevesinde bu yetmiş iki buçuk milletin tümünün taleplerini karşılamaktan Cumhuriyet’in uzak olduğunu görmek gerekir. Özellikle Mustafa Kemal’in kendi ifade ettiği ‘Kürtlerin kendi iradelerini özerk biçimde sağlamaları gerektiği anlayışını” bugün hatırlamak Kürt sorunun çözümü için çok önemli olacaktır.

Aydın Çubukçu:
1930’lu yılların ikinci yarısından itibaren Avrupa’ya hâkim olan totaliter milliyetçi akımlara da sempatiyle bakmasının bir yanında bu modernizm tutkusunun bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. 12 Mayıs 1937’de Meclis’te yaptığı konuşmada, İspanya İç Savaşı’nı değerlendirirken söyledikleri, aslında kendi ülkesi için düşündüklerinin bir ifadesidir: “Dünya Endülüs'te muazzam bir ihtilâle şahitlik etmektedir. General Franco'nun milletperverlerden müteşekkil ordusu, İspanyol halkının desteğini de ardına alarak, halkı sınıf tabanında parçalamak gibi bir felakete girişmiş olan hükümete karşı haklı bir mukavemet göstermekte ve yirmi beş milyonluk büyük İspanyol milletini tek bayrak ve mukaddes bir milli ülkü etrafında birleştirerek zafere yürümektedir.”
Bu bir iç politika konuşmasıdır ve özellikle kendi devlet ve toplum anlayışının açıklanması için İspanya’daki durum vesile olarak kullanılmıştır. İmtiyazsız sınıfsız bir millet yaratmak ve onu tek bayrak ve mukaddes bir ülkü etrafında birleştirmek… Atatürk’ün Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren düşüncesinde köklü bir yer bulan hedefi aslında tam da budur. Bu yüzden, onun yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti, Batı’daki örneklerinden fazlasıyla feyiz almış, fakat eksik sermaye gücü dolayısıyla asla onlarla yarışamayacak olan özenti bir faşist diktatörlüktü.

Metin Çulhaoğlu:
Mustafa Kemal, 20. yüzyılın en büyük burjuva devrimcisidir.
İsteyen, 20. yüzyıla şöyle bir bakıp “daha büyük” bir başka burjuva devrimcisi olup olmadığını araştırabilir. Akla gelebilecek olan Sun Yat-Sen’dir; ama Kemal kadarını şu veya bu nedenle yapamamış, gerisini “başkaları” getirmiştir.
“En büyük” olması, soluğu daha 19. yüzyılın ilk yarısında kesilen bir devrim dalgasını 20. yüzyıla ve Türkiye gibi çorak bir toprağa sarkıtabilmesinden, “burjuvalığı” bu sınıfın ufkunu hiç aşamamasından, “devrimciliği” de aynı sınıfın ufkundan bakıldığında yapılabileceklerin azamisini yapmış olmasından kaynaklanır.
Bir burjuva devrimcisi olarak Mustafa Kemal sonrasında gelmesi gereken devrimci dalganın kaynaklarını mı kurutmuştur, yoksa bu dalga için az çok (Türkiye’de olabilecek kadarıyla) elverişli bir zemin mi bırakmıştır?
Asıl soru budur ve özellikle bugün pek çok solcuya göre bunlardan birincisi doğrudur.
Kişisel olarak, birincisini “doğru” bulanları yanlış buluyorum.
“Yanlış” bulmanın ötesinde, tarihsel bakış olarak aciz ve zavallı bulduğumu da söyleyebilirim. Bir burjuva devrimcisine “madem burjuva devrimcisisin, neden benim gelişmem için elverişli zemin yaratmadın?” diye bakmak tam tamına zavallılıktır. Tarihteki bütün burjuva devrimler ve devrimciler sahnedeki yerlerini “burası işin sonudur” diye almışlardır; “ben buraya kadar getirdim, gerisi başkalarına düşer” türü “aşkın” bir tarihselciliği burjuva devrimlerinden ve devrimcilerinden beklemek safdilliktir. (http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/marksistlerin-mustafa-kemale-bakisi-haberi-35639)

Prof. Dr. Veysel Batmaz:
Yakın tarihte unutulan, göz ardı edilen veya bilinmeyen ve özellikle de Marksistler tarafından anlaşılamayan bir aynılık ile işe başlayalım: Mustafa Kemal’in “sınıfsız, imtiyazsız bir ulus” yaratma projesi, Marx’a göre, “sınıfsız” bir toplum yaratmak görevine tarihsel olarak sahip olan proletaryanın deterministik amacı ile aynıdır.
Lenin ve Mustafa Kemal’in bu aynı amaçsal projeyi, epifenomen bir gerçekmiş gibi kendi toplumlarına uygulamaları da, tarihsel olarak aynı ontolojik sonla bitmiştir. Her iki önder de sınıflı toplum içinde yeni bir sınıflı toplum yaratmıştır (Bkz: özellikle Sovyetler ve Lenin için James C. Scott, Devlet Gibi Görmek, Çev: Nil Erdoğan, Versus Yayınları, 2008).
Ve her iki önderin yarattıkları toplum, Sovyetlerde merkeziyetçi, temellükçü bürokrasinin; Türkiye’de ise emperyalizmle bütünleşmiş laikçi Atatürkçü militer ve sivil sağcıların marifetiyle tarihin sayfalarına gömülmüş durumdadır....
Mustafa Kemalcilik bir anti-emperyalizm praxis’idir. Açıkçası, günümüzde, Fidel Castro için Jose Marti; Hugo Chavez için Simon Bolivar neyse, Türkiye’deki sosyalist sol için de Mustafa Kemal odur. Ne daha fazlası, ne daha azı. Laikçi Atatürkçülüğe dönüştürülerek kabul veya ret edilemez. Aynı Bolivar ve Marti gibi, bütünsel bir teorik metinsel külliyata dönüşmemiş eylemselliğin (parxis’in) sadece söylem olduğu bir süreçten oluşur. Ancak farkı, yirmi yıllık bir devlet uygulaması ile pekişmiş ve daha sonra da egemen sınıflar tarafından ideolojik çarpıtmaya uğratılmış olmasıdır. “Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum” projesi için girişilen ultra-modernist yöntem, dönemin genel havası içinde örtük bir sınıfsal analizin sonucudur (Bu, Lenin’de açık bir sınıfsal analizdi). (http://www.adilmedya.com/makale.asp?yazid=29&id=134 )

09 Kasım 2010

REKTÖR İLETİŞİM FAKÜLTESİ'NE DE BAKTI MI?

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet: "İkna odası görüntüleri üniversitenin arşivinde yok." Başörtülü kızların başlarını açmaları için ikna odasına alarak gizlice kaydettiği ortaya çıkan CHP Milletvekili Nur Serter'in bahsettiği kamera kayıtları, görev yaptığı İstanbul Üniversitesi'nde bulunamadı. Konuyu detaylı bir şekilde araştırdıklarını belirten İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, "Üniversitenin arşivinde kayıtlara dair bir belgeye rastlamadık. İkna odalarına dair bir video da bulamadık." diyor. Söylet, Serter'in kamera kayıtlarını üniversitenin imkanlarıyla mı yoksa kişisel olarak mı çektiğini belirleyemediklerini söylüyor (Gazeteler).

Vistilef'in Notu: Bu kayıtlar, açık bir biçimde Serter'in ifadesi ile, "üniversiteye kayıt gününü çekmekle görevlendirilen İletişim Fakültesi kameraları" ile yapıldı. Bu nedenle o günlerin İletişim Fakültesi idarecileri soruşturulursa, konu açıklığa kavuşur. O günlerden daha önce, Prof. Dr. Veysel Batmaz, "dersindeki türbanlı öğrencileri dersten çıkartmadı" diye soruşturma tehdidi içindeydi; gayr-i resmi olarak dekanlık tarafından yumuşak bir biçimde sorgulandı. Prof. Batmaz, bu ikazcı ve iknacı gayr-i resmi sorgulama sırasında, "ben üniversite'nin polisi değilim, derse gireni çıkartmam, benim dersime isteyen girer, istediği anda çıkar" demişti.

Nur Serter'in ilgili demeci:  "İletişim Fakültemizin öğrencileri, kayıt şenliğini çekiyorlardı. Onlardan bir kamera aldık odaya, görüşmeye giren kızlara da söyleyerek tabi. Öğretim üyeleri baskı uyguladı mı uygulamadı mı, ilerde yasal bir durum olursa diye, tümü kayda alındı." (Star Gazetesi) “Zaten sadece İstanbul Üniversitesi’nin Avcılar Kampüsü’nde yeni kayıt yaptıran 10 bin öğrenciyi kayda aldık. Üniversitenin diğer fakültelerinin rektörlüğün kararı olmadan kendi inisiyatiflerine dayanarak öğrencilerle görüştüler. Bu kayıtları kimseye teslim etmem, çünkü bu hususta öğrencilerin mahremiyeti söz konusu. Kaldı ki tüm kayıtlar da bende değil. Kayıtların bir kısmı da İstanbul Üniversitesi’ndeydi. (Internet)

07 Kasım 2010

CUMHURBAŞKANI HAKLI...

"YÖK’ün değişmesi gerek"

.... Cumhurbaşkanı YÖK’ün, üniversite sisteminin değişmesi gerektiğini söylüyor: “Bizdeki üniversite sistemi kesinlikle değişmesi lazım. Kadro kapmak için değil başarı için yarışmalı üniversiteler. Bir üniversitenin kadrosu verilmemiş filan olmamalı. İlk oluşturulduğunda YÖK yapısı üniversiteleri kontrol etmeye yönelikti. Rektörlerin böyle seçim ve sonra atama şeklinde belirlenmesi sistemi gibi bir şey olmamalı artık.” http://www.haber3.com/atamalarda-bana-haksizlik-yapiliyor-618348h.htm

Evet, 2547 sayılı yasanın 21. maddesi dışında değişmesi gereken bir çok maddesi var. Ancak herkes bilmeli ki, ne YÖK Başkanı'nın zannettiği gibi, ne rektörlerin hayal ettikleri gibi, ne de çalışan ve öğrencilerinin manipüle edildiği gibi, 2547 sayılı yasa, ne YÖK'e, ne rektörlere, ne de dekanlara yetki veriyor. Her birinin yetki ve görevleri tadat edilmiş durumda... İdare mahkemeleri de bu yönde karar veriyorlar: Üniversite'yi bölüm başkanları, kendi bölümlerini yöneterek, yönetmiş olur... Durum bu... Dileyen çeşitli Internet taramaları yapar ve mahkeme kararlarını okur.
 
Ancak Vistilef'in bir başka önerisi de var, çok yazdık, duyurduk. TÜM DEVLET ÜNİVERSİTELERİ DE VAKIF ÜNİVERSİTESİ OLSUN... Yani, mütevelli heyetleri ile yönetilsin. Nasıl mı? Her devlet üniversitesinin mezunları, öğrencileri ve öğretim üyeleri, her birinin eşit hakka sahip olduğu bir VAKIF kursunlar ve o vakıflar üniversiteleri devir alsın. Bu iş her şeyi çözer...

01 Kasım 2010

EKŞİ'YE ZEYL: HERKES VİSTİLEF GİBİ DÜŞÜNÜR...

Nasıl oldu da "Analarını da satarlar" diye çok çirkin ve hakaret içeren bir deyimi kullandı. Acaba sinir hapını mı almamıştı, uykusuz muydu? Yoksa "Ne bu ya yeter artık. Hep ince hesaplı olmaktan bıktım. Bari ömrümün son yıllarında biraz Donkişot olayım. Benim Emin'den, Bekir'den neyim eksik" mi dedi? Sonuçta olan oldu, 60 yaşında da olsam "Oktay Ekşi'siz Hürriyet"i gördüm. Zaten hiç okumazdım. Hürriyet'i böyle görmek bile gerçekten büyük keyif. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda devrimlere ilk adım atıldı. Kalıcı devrim için daha yapılacak çok iş var. Hele bir de Ertuğrul Özkök gazeteciliği bırakıp üniversiteye dönsün...  Aykut IŞIKLAR

31 Ekim 2010

MEDYANIN ÖNÜ AÇILDI: KANTARIN DEĞİL, YILLARDIR MEDYANIN TOPUZUNU KAÇIRIYORDUN..

Hürriyet gazetesi (varakı) yazarı Oktay Ekşi görevinden istifa etti. ("Görevi" neydi?)
Hürriyet gazetesinin Perşembe günkü taşra baskısında yazar Oktay Ekşi'nin köşesinde, HES'ler ile ilgili hukuki sorunları aşmak için yasa taslağı hazırlayan AKP hükümeti üyelerine dönük olarak "Bu zihniyet analarını da satar" şeklinde ifade yer aldı.  Başbakan Erdoğan dün, Ekşi'ye şöyle yüklendi: “Gazetecilik buysa böyle gazetecilerle mücadele etmem, savaşırım. Bunların cibilliyeti bu. Sonra ‘Başbakan neden bu kadar sinirleniyor' diye söyleniyorlar. Eskiden de Başbakanlar, bakanlarla ilgili yazarlarmış. Onlar cevap vermezmiş. Yine öyle zannediyorlar ama öyle değil.” AKP'lilerin yoğun büyük tepki gösterdiği Oktay Ekşi, sonraki yazısında özür dileyerek, "Kantarın topuzunu kaçırdım, özür dilerim" demişti. Ancak tepkiler dinmedi. Hürriyet Gazetesi'nin önünde toplanan grup Ekşi'yi istifaya çağırdı. Akşam saatlerinde de Ekşi'nin istifa ettiği haberi geldi. (soL-Haber Merkezi) http://haber.sol.org.tr/medya/oktay-eksi-istifa-etti-haberi-35193

Vistilef'in Notu: İyi oldu. Oktay Ekşi, süpermarket gazeteciliğinin süperegosu olarak köşeci yazıcılığı yapıyordu. Kullandığı kavramların hepsinin içi boştu. Örnek: (B)Asın Konsey'i dahil, bütün platformlarda bir "iletişim özgürlüğü'nden" söz etmekteydi. Oysa, bilinmektedir ki, iletişimin özgürlüğü olmaz, sadece iletişim araçlarının kullanılması ve ifade özgürlüğü olur. Kullandığı bu boş ve yanıltıcı ve cahilleştirici söz, aynı, "düşünce özgürlüğü" gibi bir boş kelamdı...hoş bir seda olarak bile kalmadı. Ayrıntılı eleştiri için Bkz: Veysel Batmaz'ın kitapları

Hürriyet Varak'ının 36 yıldır başyazarlığını yapan Oktay Ekşi okuyucularına veda etti.
"Okuyucularıma veda
BAZEN habbenin (dam-lacığın) kubbe, kubbenin de habbe yapıldığı dönemlerden geçersiniz. Benim 28 Ekim tarihli yazımın son cümlesinde (nasıl istismar edilebileceğini hesaplayamadan) değiştirdiğim iki kelime buna örnek teşkil etti. Gerçeği olduğu gibi anlatmam anlamak istemeyenlere yetmedi. Bu durumda 1966 yılından beri mensubu olduğum, 1974 yılından beri de “Başyazar”ı sıfatını taşıdığım Hürriyet Gazetesi’nden ayrılmaya karar verdim. Bana ne mutlu ki bunca yıl en iyi patronlarla ve mükemmel gazetecilerle çalıştım. Hepsine içten teşekkür borçluyum. Bugüne kadar ülkem ve mesleğim için hangi görüşleri savundumsa ömrümün sonuna kadar onları savunacağımın bilinmesini isterim."

30 Ekim 2010

NUR SERTER: İKNA ODALARINDA İLETİŞİM FAKÜLTESİ KAMERALARINI KULLANDIK

(29 Ekim'i kutlamıyoruz... Özal, Doğramacı ve Alemdaroğlu'nu kutluyoruz...)

Senelerdir “İkna odaları” sizin isminizle anılıyor?...
NUR SERTER (İ.Ü. Eski Rektör Yardımcısı/CHP Milletvekili)-12 senedir anlatıyorum ama bir şey ifade etmiyor. Çünkü önemli olan peşin hükümle yaklaşmak. “İkna odası” bir kadın gazeteci tarafından yakıştırıldı. Olay şudur: 10 bin öğrencinin ilk yasaklı kayıt dönemiydi. Avcılar’da gruplar halinde içeri öğrencileri alıyoruz. Tek tük başı örtülü türbanlı öğrenci de oluyor ama kaydını yapamıyoruz. Herkesin içinde kızlara ‘Başını açman gerekir’ deniliyordu. Kendimi onların yerine koydum. Biri bana gelse o kadar insanın içinde ‘başını aç’ dese rahatsız olurum çünkü. Bunun üzerine bir araştırma görevlisini görevlendirdik. Farklı bir mekana yönlendirip hukuki durumla ilgili bilgi vermeye başladı. Pedagojik formasyonu olan hanım, iki öğretim görevlimiz de vardı. Ama çok ayak altı bir yer olunca Medikososyal merkezinde -çocuklar rahatsız olmasın diye- boş bir odayı kullanalım dedik. Tek bir odadır o. Ama ben endişeye kapıldım. O dönem bazı malum basın organları çok ağır iftiralar atıyorlardı. Şimdi, “Çocukları kapalı mekana alıyoruz. Kızlara baskı yaptın, işkence yaptın denilebilir” dedim. Bunun için İletişim fakültesi öğrencilerinin kameralarından birini bu odaya kurduk. http://www.haber3.com/ikna-odalarini-anlatti--616497h.htm

Vistilef'in Notu: O sırada İletişim Fakültesi Dekan Yrd. olan Prof. Dr. Suat Gezgin, Alemdaroğlu tarafından atandığı dekanlığı sırasında, ikna odaları mucidi Nur Serter'in Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nu, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından "hukuksuzluk" yaptığı gerekçesiyle rektörlük görevinden uzaklaştırılmadan bir gün önce, bakın nasıl savunmuştu... : http://vistilefblog.blogspot.com/2010_07_04_archive.html TEK ADAM yazısı ve yazının jpg'si (büyütmek için fotoğrafı tıklayın.)...

Türkiye'de ve üniversitelerde tartışılacak ve düzeltilecek başka bir şey yokmuş gibi, "türban" meselesini ülkenin bir numaralı sorunu haline getirenler üç kişidir: Turgut Özal, İhsan Doğramacı ve Kemal Alemdaroğlu... Üçünü de bu böyyük başarılarından dolayı kutluyoruz. "Türban" üniversitelerde serbest olmalıdır; bu serbestlik "özgürlük için" değil, adaletin bir gereğidir.

Türkiye Sahtekarlıklar Ülkesi:
Özlem Çelik'le Türban Kadın ve Medya Üzerine

--Türbanlı ve türbansız kadının farkına gelince… Fark var mı sizce? Kimse atölyelerde kayıt dışı çalıştırılan başörtülü kadınlardan söz etmiyor. Ya da başı kapalı olduğu için kendi cemaatinin erkekleri tarafından bile işe alınmayan kadınların yaşadığı durum konuşulmuyor. Bugüne kadar üniversitelere sokulmayan o kadınların eşleri, oğulları “medeni” kıyafetleriyle her yere girebildiler. Bu sistemin sahtekârlığı değilse nedir? Sistem kadınlardan korunuyor ama erkeklere kapılar sonuna kadar açık!

Son yıllarda kadın sürücülerin arabalarında başörtüsü taşıdığını biliyor musunuz? Polis kontrolünü görünce başını kapatıp durdurulmadan geçmenin yolunu böyle bulmuş kadınlar. Öğrenci eylemlerinde genç kadınları saçından sürükleyerek ve döverek gözaltına alan polis türbanlı kadınlara hiç dokunmuyor. Neden, çünkü onların dokunulmazlığı var. Dindar kesimin, “inanç özgürlüğü” tanımıyla basite indirgemeye çalıştığı konu aslında hiç basit değil. Din onlara dokunulmazlık, bize ise dokunulurluk veriyor. Açıklar günahkâr, kapalılar ise masum!...
Tamamı için:
http://haber.sol.org.tr/kadinin-gunlugu/turkiye-sahtekarliklar-ulkesi-haberi-35172

23 Ekim 2010

EN İYİ ÜNİVERSİTE SIRALAMASI-2010

ODTÜ Enformatik Enstitüsü bünyesinde oluşturulan University Ranking by Academic Performance(URAP) laboratuvarlarında yürütülen çalışmayı, ODTÜ eski Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut’un koordinatörlüğünde eski rektörler Prof. Dr.Nusret Aras, Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Prof. Dr. Engin Ataç, Prof. Dr. Ülkü Bayındır, Prof. Dr. Atilla Askar, Prof. Dr. Yaşar Sütbeyaz yaptı. URAP’ın yaptığı çalışmanın Türkiye’de ilk kez yapıldığını belirten Akbulut, sıralamada, YÖK, ÖSYM, ISI Web of Science, Google Scholar gibi açık, güvenilir kaynaklardan alınan ve yayın sayısı, kişi başına düşen yayın sayısı, atıf sayısı, kişi başına düşen atıf sayısı, Google Scholar yayın sayısı, kişi başına düşen Google Scholar yayın sayısı, doktora öğrenci sayısı, doktora öğrenci oranı, kişi başına düşen öğrenci sayısı gibi tamamen bilimsel üretkenliğe dayanan verilerin kullanıldığını bildirdi.
İşte Türkiye'nin en iyi üniversiteleri:
1) HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ Puanı: 624.49
2) ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Puanı: 599.43
3) ANKARA ÜNİVERSİTESİ Puanı: 574.77
4) İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Puanı: 550.12
5) EGE ÜNİVERSİTESİ Puanı: 445.39
6) İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ Puanı: 436.56
7) GEBZE YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ Puanı: 416.06
8) GAZİ ÜNİVERSİTESİ Puanı: 403.84
9) BİLKENT ÜNİVERSİTESİ Puanı: 383.03
10) BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ Puanı: 371.5
11) SABANCI ÜNİVERSİTESİ Puanı: 339.03
12) KOÇ ÜNİVERSİTESİ Puanı: 334.64
13) İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ Puanı: 333.49
14) ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ Puanı: 325.82
15) BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ Puanı: 325.56
16) ERCİYES ÜNİVERSİTESİ Puanı: 323.64
17) DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ Puanı: 317.8
18) GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ Puanı: 315.5
19) MARMARA ÜNİVERSİTESİ Puanı: 295.25
20) ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ Puanı: 287.97
Diğerleri için: http://www.haber3.com/turkiyenin-en-iyi-universiteleri-foto-galerisi-14514-p1.htm#image  

13 Ekim 2010

KÖŞE YAZARLARI KAPIŞTI: İNTİHAL VAR MI YOK MU?

Fatih Altaylı

fatihaltayli@haberturk.com
Sınıf atlama tahtası olarak köşe yazarlığı
12 Ekim 2010 Salı, HaberTürk

“Köşe yazarlarının önemi artacak” tartışmasına dün Murat Bardakçı anlamlı bir katkıda bulundu.
Ertuğrul Özkök, Dünya Editörler Forumu’ndan bildirmiş ve “Köşe yazarlarının önemi artacak” demişti bir araştırmaya dayanarak.
Bardakçı da “Evet artabilir ama arkadaşının lokantasına gidip sarmısaklı baklavasının ne kadar güzel olduğunu yazan köşe yazarının değil, konusuna hâkim köşe yazarının önemi artacak” diye yanıt verdi.
Şimdi ben size bambaşka bir şey söyleyeyim.
Dünya Editörler Forumu da, diğer gazetecilik organizasyonları da “bir halt” değildir.
Daha doğrusu bir şey bilmezler.
Hepsi kendi egolarının pervanesi olmuş, alışkanlıklarını doğru zanneden, dünya değişirken yazılı basının da değişmesi gerektiğini anlamaktan aciz bir grup adamdır.
Bu yüzden de alternatif medyalar gelişirken, gazeteler sürekli tiraj kaybeder, pazar payı kaybeder, reklam geliri kaybeder, genç okur kazanamaz, giderek küçülen bir pazarın oyuncuları olurlar.
Habertürk çıkarken söylediğim ve yazdığım gibi, 19. yüzyıl alışkanlıklarıyla, gelenekleriyle 21. yüzyıl gazeteciliği yapılamaz.
Dünyanın okur yazar oranları en yüksek ülkelerinde, giderek yok olan, batan gazetelerin editörlerinin bu konuda bize öğreteceği hiçbir şey yoktur.
“O kadar akılları varsa, önce kendilerini kurtarsınlar” diyorum kendilerine.
Türkiye’de köşe yazarlığı meselesine gelirsek. Ben köşe yazarlarının öneminin artacağına inananlardan değilim.
Bugün Türkiye’de sayısını bilemediğim sayıda gazetede, gökteki yıldızlar kadar çok köşe yazarı var.
Çıkın sokağa sorun bakalım, vatandaş hangisini tanıyor, hangisini biliyor, hangisini okuyor?
Bırakın sokağı, bir gazetenin okurlarına sorun o gazetedeki köşe yazarlarını, bakalım kaçını tanıyor, kaçını biliyor.
Bu kadar çok köşe yazarının, ancak kendilerine faydası var.
Çünkü dünyanın hiçbir yerinde olmadığı şekliyle Türkiye’de köşe yazarlığı, pek çok yazar tarafından “sınıf atlama trambolini” olarak kullanılıyor.
Köşe yazarlarımız birdenbire sosyetemizin birer mensubu, sanat camiasının yakını, iş dünyasının bireyi haline geliveriyorlar.
Lüks lokantaların müdavimi, pahalı semtlerin sembolü, dünya mutfağının uzmanı, işadamlarının sırdaşı, siyasetçilerin danışmanı, gustonun belirleyicisi olduklarını ilan ediyorlar.
Köşe yazarı olunca kalemleri değil ama dillerindeki tat alma duygusu bile gelişiyor sanki.
Temelsiz burjuva, soysuz aristokrat oluyorlar. Ve daha vahimi, kendi meslektaşlarını beğenmez,muhabirleri hakir görür bir havaya giriyorlar.
Hiçbirinin uzun bir geçmişi yok.
Sanki hayatları köşe yazarı olunca başlamış gibi davranıyor,mazilerini köşe yazarlıklarıyla sınırlıyor, kapatıyorlar.
Siz bu “davranış biçimine” köşe yazarlığı diyorsanız demeye devam edin.
Ama “sınıf atlama aygıtı” olarak köşe yazarlığını Dünya Editörler Forumu’na tartışma konusu olarak önerirseniz, hep birlikte hayli eğleniriz...

Yukarıdaki satırlar, köşe yazarları arasında müthiş bir kavganın yaşandığını gösteriyor. Vistilef'ten Prof. Dr. Veysel Batmaz, Birgün Gazetesi Kitap Eki'nde (09.10.2010) Medyaya Düşman Yetiştiriyorum'un 3. Baskısını tanıtırken, şunları söylemişti:

BirGün: Peki nereye getirdi Hürriyet ve Ertuğrul Özkök Türkiye’yi?

Veysel Batmaz: Olumlu bir yere getirmedi, cahilleştirdi, zaten mesele de bu. Medya aslında bir ara güçtür ve insanları kullanacakları, bilgi haline getirecekleri enformasyonu verir ve onları, enforme eder, yani içsel olarak biçimler. Türkiye’de yaşanan hal ve gidiş tabii sadece bir gazetenin ve onun neşriyat müdürünün marifeti olamaz. Zaten hem sözkonusu gazete, hem de mezkur yönetmen, çok da yüksek örnekler değiller, ne enformasyon verme becerisinde, ne manipüle yapma becerisinde. Fakat her ikisi de epifenomen. Kitapta ve diğer kitaplarımda son on yıldır hep bunu işledim. Ertuğrul Özkök’ü ve gazetesini epifenomenik bir örnek olarak eleştirdim. Hep söylerim, Türkiye’de medyayı, köşeyazarı denen meslek grubunu kim yaratmışsa, o bozdu. Alaaddin Şenel hocamın kulakları çınlasın, tarif onundur, “her sabah çiş yapar gibi yazı yazma” mesleği olan köşe yazarlığını bu hale getiren bence dört kişi var: Çetin Altan, İlhan Selçuk, Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök. Ben de zaten bunları eleştiriyorum kitaplarımda. Ayrıca, şunu da vurgulayayım, Ertuğrul Özkök’ü on yıl önce eleştirmek biraz zordu, şimdi herkes yapıyor. Bu kitap bunun da yolunu açtı.

BirGün: Köşe yazarları olumlu bir işlev görmüyorlar mı diyorsunuz?

Veysel Batmaz: Görüyorlar mı?

BirGün: Kanaat önderleri oluyorlar, olayları analiz ederek anlaşılır veya kavranabilir kılmıyorlar mı? Kötülerinin yanısıra nesnel analiz yapan da var.

Veysel Batmaz: Ben sanmıyorum. Kakafoni yaratmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Zaten insan enformasyonla alış veriş haline eğer ihtiyacı varsa girer. Yani, ayva, armut gibi yendiğinde tok tutan doğrudan işleve sahip bir nesne değil enformasyon. Bir başka işinizi yapmak için elde ederseniz yararlı olabilecek bir şey. Yemezseniz aç kalırsınız ama enformasyon almazsanız size hiç bir şey olmaz, hatta daha sağlıklı bile kalabilirsiniz. Düşünün köşe yazarı olmayan, talk-show yapılmayan, ama doğru ve anında haber veren, eğlendiren bir medya olsa, daha doğru bir kanaate sahip olmaz mısınız? Bu kanaat önderi lafı da köşe yazarları için oluşturulmuş bir kavram değil. Daniel Lerner, okurlara ilginç gelebilir, The Passing of Traditional Society-Geleneksel Toplum Geçip Giderken (1958) kitabını 1956-57 yılında Ankara-Balgat’ta yaptığı bir araştırmaya dayandırdı. Balgat Köyü’ndeki radyo ve gazete iletişiminin yapısını irdelediği alan araştırmasında “iki akışlı iletişim,” “kanaat önderi” gibi kavramlar geliştirdi. Muhtar, köy öğretmeni, imam, jandarma komutanı gibi kişilere deniyordu, kanaat önderi. Yani genel olarak olay ve olguları kendi formasyonlarınca anlayamayacak olan köylülere, enformasyonu yorumlayan, aktaran, sunan kişilere deniyordu. Günümüzde artık enforme olmayan köylü kalmadığı gibi, bu geleneksel kanaat önderleri de toplumun gerisinde kaldılar. Yerlerine köşe yazarları geldi demek işi biraz kolaycı açıklama ile geçiştirmek olur. Çünkü kanaat önderi toplumda bir otoriteyi temsil eder veya otoritenin kendisidir. “Kanaat önderi” kavramının kaynağı olmuş olan bu toplumda, köşe yazarı kimi temsil ediyor?

BirGün: Patronu, siyasetçiyi, cemaat önderini temsil ediyor, etmiyor mu?

Veysel Batmaz: İşte Ertuğrul Özkök’ü eleştirdiğim nokta burada. O “süpermarket medyası” diye bir kavram ortaya attı. Aslında Aydın Doğan’ın Koç’larla olan söylentiye dayanan ilişkisi belki de bu kavramı yarattı. Öyle ya, Migros’lar Koç’ların ve birer süperemarket, yani size lazım olan her şey, her markadan bu marketlerin raflarında var. Ertuğrul Özkök’e göre de, başta köşe yazarları olmak üzere, gazetesi ve medya, her görüşten her dalgaya açık kişi ve haberlerden oluşuyordu ve okur da sanki gazeteyi eline alınca ya da bir tv kanalını zaplayınca bir süpermarket koridorları arasında raflara bakarak alış veriş yapan müşterilere dönüşüyordu. İşte bu durumda, sorabiliriz, kanaat önderi diye bize enformasyon yorumlayan köşe yazarı kimin temsilcisi? Ya, gizli bir temsilci ki demokrasilerde çok ayıp karşılanır böylesine üstü kapaklı tencereler, ya da açık bir markası var. Her ikisi de, bir araç olan medyada olmayacak şeyler. Neden? Lerner’ın iki eşikli iletişimi oluşturan “kanaat önderi” tanımına dönersek, onunkiler zaten temsilci de olsalar, kendi başlarına da hareket etseler, birer kamusal hizmet gören kişiler. Enformasyonu da bu kamusal işlevleri aracılığı ile aktarıyorlar. Köşe yazarı eğer gizliyorsa kendini, kamusal hizmet göremez, özel bir çıkara bağlıdır; eğer açık açık markasını belli ediyorsa zaten kamusal bir işlevi yoktur. İşte köşe yazarını süpermarketteki raflarda bulunan deterjan kutularına dönüştüren bir medya ve onun teşkilatçılarını eleştiriyorum. Köşe yazarından ve bu umumi neşriyat müdürlerinden acilen kurtulmamız lazım. Bütün gazeteler ve medya onlarla dolu.

11 Ekim 2010

YARGI KARARLARINI UYGULAMAMAK ve RTÜK

RTÜK tarafından 12 Kasım 2008'de İstanbul'da gerçekleştirilen "Terör ve Medya" konulu bilgilendirme toplantısına RTÜK Üyesi olarak katılan Prof. Dr. Davut Dursun, toplantı boyunca yaptığı konuşmaların redaksiyonunu yaparak metni kitap formatına getirdi. Dursun daha sonra bu malzemeleri Eğitim Dairesi Başkanı Ayhan Özçelik'e vererek gerekli düzeltme ve kısaltmaları yapmasını istedi. Özçelik'in, yaptığı çalışmaların ardından Dursun'un konuşmaları kitap haline getirildi. Ancak Dursun, kitapta hataların olduğu gerekçesiyle Özçelik'i Teftiş Kurulu Başkanlığı'na şikayet etti. Dursun, Özçelik'in bilerek ve isteyerek kendi çalışmasını dikkate almadığını, yaptığı uyarıları göz ardı ettiğini, metni ham haliyle yayımlayarak kurumun itibarını zedelediğini savunarak, Özçelik hakkında RTÜK Personel Yönetmeliği'nin ilgili maddeleri uyarınca 1/30 oranında aylıktan kesme cezası verilmesini istedi. Üst Kurul'un cezasını onadığı Özçelik, Eğitim Dairesi Başkanlığı görevinden alındı.

Mahkeme ‘objektif değil' dedi
Karar üzerine yargıya başvuran Özçelik'in itirazını inceleyen Ankara 14. İdare Mahkemesi, RTÜK'ün Özçelik ile ilgili kararını bozdu. Disiplin Kurulu kararlarının sağlıklı ve objektif olmasının, kararı veren kurul üyelerinin olayı objektif değerlendirmeleriyle mümkün olabileceğine işaret eden mahkeme, Özçelik hakkında soruşturma başlatılmasını isteyen Davut Dursun'un disiplin kurulu kararının onaylandığı RTÜK toplantısına katılarak oy vermesinin bu ilkeye aykırı olduğuna işaret etti. Mahkeme dava konusu işlemin iptalini kararlaştırdı.
Ancak mahkemenin bu kararına karşın Özçelik, yasal sınır olan 30 gün içerisinde Eğitim Dairesi Başkanlığı görevine tekrar başlatılmadı. Özçelik de bunun üzerine soluğu bir kez daha yargıda aldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuran Özçelik, idarenin mahkeme kararlarını hiçbir şekilde değiştiremeyeceğine ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceğine işaret etti. Suç duyurusuna konu olan yargı kararının RTÜK'e 8 Temmuz 2010'da tebliğ edilmesine karşın kararının gereklerinin 30 günlük yasal süresi içerisinde yerine getirilmediğini belirten Özçelik, başvurusunda "Hukuka açıkça aykırı olarak, mahkeme kararlarını uygulamayan, etkisiz ve geçersiz kılmaya çalışan RTÜK Başkanı ve RTÜK Genel Sekreteri keyfi işlemlerine yenilerini eklemekte, hukuk tanımaz tavırlarını açıkça sürdürerek, söz konusu yargı kararını da geçersiz ve etkisiz kılmak amacıyla hakkımda yeni bir keyfi ve haksız idari işlem başlatılmıştır" dedi. Özçelik, Davut Dursun ve diğer yetkililer hakkında Türk Ceza Yasası'nın "görevi kötüye kullanmak" suçunu düzenleyen 257. maddesi uyarınca cezalandırılmasını istedi.
Dursun, daha önce RTÜK personeli Cengiz Özdiker'in açtığı davada, yargı kararlarını uygulamadığı gerekçesiyle 2 yıl 9 aylık hapis cezasına çarptırılmıştı. Dursun'a ilişkin bu karar halen Yargıtay'da bekliyor. Bu nedenle Özçelik'in yaptığı başvuru daha da önem kazanıyor.

09 Ekim 2010

YÖK BAŞKANI YANILIYOR... DİĞERLERİ GİBİ....

Bir partinin yeni zırvası olarak, iktidara geldiğinde YÖK'ü kaldıracağına yönelik açıklamalarının hatırlatılması üzerine YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, "YÖK'ün kaldırılması değil de, belki de şeklinin değişmesi gerekiyor. YÖK selahiyetleri itibarıyla, çok fazla selahiyete sahip. Belki bunların fonksiyonları değişir" diye konuştu.

YÖK Başkanı daha önce YÖK'ün kaldırılmasının öneriyordu. Şimdi fikrini değiştirdi. Olabilir. Ancak YÖK'ün selahiyetleri (yetkileri) hakkında yanılıyor. Sadece kendisi değil, tüm rektörler, eski YÖK başkanları ve öğretim üyeleri ile öğrencilerin ve hatta üniversite çalışanlarının kahir ekseriyeti gibi. Hatta buna tüm ilgili kamu diyebiliriz.

YÖK, 2547 sayılı yasanın ilk maddelerinde üst kurul olarak nitelendirilmiş bir kurul. Görevi ve yetkisi sadece gözetim ve denetim. Aynı rektör ve dekanınkiler gibi. 2547 sayılı yasanın ilgili maddeleri iyice okunursa, YÖK, denetleme ve genel esasları koyma, rektörler üniversiteyi temsil etme, dekanlar da kurul kararlarını uygulama ve koordinasyon görevine sahip. Bir de buna ek olarak jürilerin verdiği kararlara göre atama onayı yetkisine sahip. Yani hiç biri idarecilik yetki ve vasfına sahip değil. Zaten yönetim ve kamu hukukuna göre, denetçi olan yönetici olamaz. Oysa YÖK'ü kuran 2547 sayılı Yasa'nın 21. maddesi, Bölüm Başkanı'na gözetim ve denetim yetkisi değil, idare yetkisi vermiş durumda. "Bölüm Bölüm Başkanı tarafından yönetilir." diyor. Bütün bölüm kurulları karar vermekle değil, görüş bildirmekle sınırlanmış.

Üstelik bu Vistilef'in yorumu da değil, İdare Mahkemesi ve Danıştay hükmü. Vistilef, vistilaf değil. Bunun için YÖK Başkanı'ndan bu sayfanın sağ yanındaki en üst linki tıklamasını istirham ediyoruz.

Yani özetle, üniversitelerde, AKADEMİK İDARE olarak en yetkili makam Bölüm Başkanlığı, diğer yöneticiler genel esaslarla ve denetimle ve atama ile yetkili kılınmış.

Bir kere daha belirtelim dedik... Öyle ya sırada "YÖK açılımı" var.

06 Ekim 2010

DOĞRU KARAR: YÖK Bütün Disiplin Yönetmeliklerini Lâv Etti...

YÖK, öğrencinin "disiplin yönetmeliğine aykırı" durumu nedeniyle sınıftan çıkarılamayacağını; çıkaran öğretim görevlisi hakkında soruşturma açılacağını duyurdu.

YÖK'ün İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne gönderdiği yazı ile artık İstanbul Üniversitesi'nde Disiplin Yönetmeliklerine aykırı hareket eden öğretim elemanı, çalışanlar ve öğrenciler okuldan çıkartılamayacak, polise teslim edilemeyecek ve hakkında soruşturma açılmayacak.

1981'den bu yana ilk kez DOĞRU bir karar alan YÖK'ü bu özgürlükçülüğü dolayısıyla kutluyoruz.

Bu konuda hukuki mütaalamızı az sonra kamuya arz edeceğiz. Bugüne kadar üstlerin hukukunu uygulayan YÖK'ün tüm disiplin yönetmeliklerini lâv ettiğinin farkında olup olmaması ise Vistilef'i ve üniversitelerde hukukun üstünlüğünü, adaleti, bilimi ve özgürlükçülüğü savunanları pek ilgilendirmiyor. Konu, münferit olaylarda mahkemelerce hükme bağlanacak.

Vistilef

30 Eylül 2010

Düzeltildi...

Prof. Dr. Aydemir Okay’un dekanlığa başladığı ilk gün aşağıdaki sorgulamamıza konu olan durum düzeltildi. Darısı tüm fakültenin geçmiş tortularının yok edilmesi ve Gazetecilik Bölümü’nün bilime, hukuka doğru, öğrenci odaklı yeniden düzenlenmesi...

28 Eylül 2010

Rektörlüğe Duyuru: İletişim Fakültesindeki durum giderek daha fazla saçmalaşıyor...

Yrd. Doç. Dr. Şebnem Çağlar 'ı   Fakülte Yönetim Kurulu'na kim seçti?: http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-org/staff&int_Set=346

2547 sayılı yasa
Madde 18 –

Fakülte Yönetim Kurulu:
a. Kuruluş ve işleyişi: Fakülte yönetim kurulu, dekanın başkanlığında fakülte kurulunun üç yıl için seçeceği üç profesör, iki doçent ve bir yardımcı doçentten oluşur.

23 Eylül 2010

İ.Ü. İletişim Fakültesi’nde Kemal ALEMDAROĞLU-PARLAK dönemi bitti mi?

23.09.2010 tarihinde YÖK, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde devam etmekte olan on yıllık Kemal ALEMDAROĞLU-PARLAK dönemini sonlandırarak (Bkz: http://vistilefblog.blogspot.com/2010_07_04_archive.html 07 Temmuz 2010 tarihli habere), Danıştay tarafından hukuksuz olduğu hükme bağlanmış bulunan VEKİL DEKAN'lığa atanmış Suat GEZGİN’in yerine, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aydemir OKAY’ı Fakülteye DEKAN olarak atamıştır.

Prof. Dr. Aydemir OKAY’ı kutluyor, başarılar diliyoruz.


Prof. Dr. Aydemir OKAY’ın atanmasını, Kemal ALEMDAROĞLU-PARLAK döneminin de bitişi olmasını diliyoruz. Ne yazık ki bu meşum dönem öyle kolay bitmeyecektir. On yılın hasarı büyüktür. Hasar tespiti için Vistilef'in arşivine bakmak yeterli... İletişim Fakültesi’ne hukuka uygun bir asil dekan atanmasını 3 ay geciktiren kişi ve nedenlerin de gereken çözümlemeden geçirileceğini umuyoruz.


İletişim Fakültesi’nin tüm çalışanları, fakültede, "üstlerin hukuku"* yerine "hukukun üstünlüğünü" sağlayacak acil ve kalıcı adımların atılmasını beklemektedir.


Vistilef olarak bu adımların yanında olacağız.

* İşin aslı: Üniversitede üst ast yoktur. Burada yöneticiler "primus inter pares-eşitler arasında birincidir," sadece.

12 Eylül 2010

VİSTİLEF NE DERSE O OLUR...

"İşte o an, o umutla; bir süredir düşündüğüm bir kararı aldım.
25 yıl sonra üniversiteye dönüp, tekrar ders vermeye başlamak...
Geçmişi, bugünü, vasatlıkları, sıradanlıkları değil;
Yarını anlatmak." Ertuğrul Özkök, Hürriyet Varakı, 12 Eylül 2010
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15758473.asp?yazarid=10

Ne demiştik:  http://vistilefblog.blogspot.com/2010_02_21_archive.html

Prof. Dr. Veysel Batmaz da geçmişi, sıradanlıkları, vasatı (MEME'yi), yani, Özkök'ü anlatıyor... Salyangoz Yayınları'ndan... Kitapçılarda...:

12 EYLÜL'Ü TEL'İN EDİYORUZ... BAŞKA 12 EYLÜL'LER YAŞANMAYACAK....

27 Ağustos 2010

REFERANDUMA DOĞRU: VİSTİLEF HERKESE HAYIRLI BİR REFERANDUM DİLİYOR...

YENİ DEĞİŞİKLİKLERLE ANAYASA:

ESKİ: Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir.

YENİ: Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.

EK: Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir. (KANUNLARDA ZATEN VAR)

EK: Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.

ÇIKARILAN: Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.

ÇIKARILAN: Bu hakkın [dilekçe hakkının] kullanılma biçimi kanunla düzenlenir.

EK: Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.

Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır.

Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş olur.

Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. (KANUNLARDA ZATEN VAR)

VAROLAN: Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

VAROLANA DEVAMLA EK: Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.

EK: 128 inci maddenin ilk fıkrası kapsamına giren kamu görevlilerinin kanunla kendi aralarında kurmalarına cevaz verilecek olan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile 54 üncü madde hükümlerine tabi olmayan sendikalar ve üst kuruluşları, üyeleri adına yargı mercilerine başvurabilir ve İdareyle amaçları doğrultusunda toplu görüşme yapabilirler. Toplu görüşme sonunda anlaşmaya varılırsa düzenlenecek mutabakat metni taraflarca imzalanır. Bu mutabakat metni, uygun idarî veya kanunî düzenlemenin yapılabilmesi için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Toplu görüşme sonunda mutabakat metni imzalanmamışsa anlaşma ve anlaşmazlık noktaları da taraflarca imzalanacak bir tutanakla Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usuller kanunla düzenlenir.

Aynı işyerinde, aynı dönem için, birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz.

EK: Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.

EK: Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz. (KANUNLARDA ZATEN VAR)

EK: Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar.

EK: Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.

EK: Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiç bir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.

EK: Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz. (KANUNLARDA ZATEN VAR) Ayrıca Bkz: Uyarma ve Kınama için yargı yoluna başvurulabileceğine dair Ankara 5. İd. Mah. ısrar kararı: http://www.memurlar.net/haber/48014/

EK: Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.

Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

TÜMÜYLE DEĞİŞTİRME: Anayasa Mahkemesi on yedi üyeden kurulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.

Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.”

EK: Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.

EK: Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.

Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

EK: Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.

EK: Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir.

TÜMÜYLE DEĞİŞTİRME: Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir.

Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır.

Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır.

Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır.

Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.

Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.”

TÜMÜYLE DEĞİŞTİRME: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmi iki asıl ve on iki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı (kırmızı kısım Anayasa Mahkemesince çıkartılmıştır) seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.

Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.

Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.

Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.

Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.

Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.”

AYM DEĞİŞİKLİĞİ: Her Sayıştay üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) bu seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

AYM DEĞİŞİKLİĞİ: Her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanabileceği (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

EKLENEN MADDE: Geçici Madde 19

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dâhilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir:

a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer. (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır)

b) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

c) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

ç) Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu seçim yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. (Anayasa Mahkemesi’nce çıkarılmıştır) Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev yapan idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır.

Birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtay ve Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bunlardan, Yargıtaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca seçilenler; Danıştaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler, sırayla göreve başlarlar.

Birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.

İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar.

Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, (30000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.

İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu;

a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır.

b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.

c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.

ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür.

Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişleri, Kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yaparlar.

Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.”

20 Temmuz 2010

VİSTİLEF SÖYLEDİ... DİĞERLERİ TAKİPTE.... VİSİLEF’İ DİNLEYİN; OKUYUN OKUTUN... RAHAT EDERSİNİZ...

İŞTE ÖÜ’LERİNİN İKİNCİ İŞ KONUSUNA MEME’DE YAKLAŞIMLAR...
ÖĞRETİM ÜYELERİNE MUAYENEHANE [ÇALIŞMA] İZNİ ANAYASA MAHKEMESİ İLE GELDİ
Üniversite öğretim üyesi olan hekimlerin muayenehanelerini 30 Temmuz 2010 gününe kadar kapatmalarını öngören madde, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. İptal edilen madde, öğretim üyelerine 30 Temmuz 2010 gününe kadar muayenehanelerini kapatmalarını, başka hastanelerde görevlerine son vermelerini ve kısmi süreli çalışanların da tam süreliyi tercih etmelerini zorunlu kılıyordu. Mahkeme, üniversite öğretim üyeleri ile ilgili olarak 2547 Sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 57. Madde’nin “Bu süre içerisinde talepte bulunmayanlar istifa etmiş sayılır” biçimindeki cümlesini iptal ederek, kısmi süreli öğretim üyelerinin tam süreliye geçme zorunluluğunu ortadan kaldırdığı gibi ayrıca, 2547 Sayılı Kanun’un 36’ncı maddesindeki, “Öğretim elemanları, bu kanun ile diğer kanunlarda belirlenen görevler ve telif hakları hariç olmak üzere, yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde ücretli veya ücretsiz, resmi veya özel başka herhangi bir iş göremezler, ek görev alamazlar, serbest meslek icra edemezler” cümlesini de iptal ederek, üniversite öğretim üyelerinin muayenehanelerinde veya diğer hastanelerde mesai sonrasındaki çalışmalarına devam etme hakkı vermiştir. atezel@htgazete.com.tr http://www.haberturk.com/saglik/haber/534084-tam-gunun-iptali-sadece-ogretim-uyesine-yaradi
Serim: Engel görünmüyor

Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri Bülent Serim, Sayıştay kökenlidir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Sayıştay’da yeterlilik öncesi verilen derslerden biridir. Serim, Sayıştay’da yıllarca “Devlet Memurları Kanunu” dersi verdi.Serim şöyle dedi:
“28. madde sizin de söylediğiniz gibi tümüyle ticari faaliyetleri yasakladığına; Devlet Memurları Kanunu’nun 87. maddesinde, ‘ikinci görev yasağı’ olarak getirilen kural, çalışma saatleri dışında mesleği serbest olarak yapmaya engel bulunmadığına ve bu kanunda başka bir yasak olmadığına göre meslek sahibi olan memurların mesleklerini çalışma saatleri dışında yapmaları olanaklı görülmektedir.” http://www.haber3.com/memurlara-ikinci-is-yolu..-592445h.htm

16 Temmuz 2010

ANAYASA MAHKEMESİ VİSTİLEF'E HAK VERDİ: ARTIK TÜM ÖĞRETİM ÜYELERİ İKİNCİ İŞ AÇABİLECEK VEYA EK İŞ YAPABİLECEK...

Tüm İletişim Fakülteleri öğretim üyeleri artık serbestsiniz: Reklam şirketi kurun, prodüksiyon yapın, film çekin, halkla ilişkiler ajansında çalışın, danışman veya gazeteci olun...

Vistilef, özgür, verimli, hukuk içinde ve bilimsel bir üniversiteyi savunur. Bu koşulların oluşabilmesinin tek temeli de öğretim üyelerinin, mesai saati ve çalışma yerine bağlı olmaksızın özgür olarak akademik veya pratik işler yapabilmesi ve disiplin açısından "amir-memur" ilişkisi içinde olmamasına bağlıdır. 2547 sayılı Yasa kısmen bu koşulları yaratmıştı. Tam gün yasası adı ile anılan 5947 sayılı Yasa, 2547 sayılı Yasa'nın 36. maddesini tümden değiştiriyor ve öğretim üyelerini "memur" düzeyine getiriyordu. Buna karşı çıktık. Anayasa Mahkemesi de bu karşı çıkışımızı haklı bularak, 5947 sayılı Yasa'nın 2547 sayılı Yasa'nın 36. maddesini değiştiren hükmünü iptal etti. Böylelikle, medya denilen maymun alanında (MEME) yanlış duyurulan bu iptal, sadece hekim olan öğretim üyelerine değil, tüm öğretim üyelerinin üniversiteye ayıracakları zaman dışında ek veya ikinci iş yapabilmelerine, herhangi bir kurum veya şirkette çalışabilmelerine olanak sağladı. Sağlık Bakanlığı bu durumu kendi Internet sitesinde şöyle duyurdu: "Anayasa Mahkemesi kararıyla, üniversite öğretim üyelerinin yükseköğretim kurumları dışında çalışma yasağına ilişkin cümlenin iptal edildiği belirtilen açıklamada, “Buna göre üniversitelerde kısmi statüde çalışma sona ermiş olacak, ancak öğretim üyeleri mesailerinin bitiminde özel çalışabileceklerdir.“"
http://www.saglik.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFF88F742D0D711251C7951230A665C77F


İŞTE HABER: Anayasa Mahkemesi, 5947 sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un, bazı hükümlerinin iptaline karar verdi. CHP, Kanunun 11 maddesinin bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesinde dava açmıştı.
Yüksek Mahkeme, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun değiştirilen 36. maddesinin 2. fıkrasının 1. tümcesinde yer alan ''Öğretim üyesi, kadrosunun bulunduğu yükseköğretim birimi ile sınırlı olmaksızın ve ihtiyaç bulunması halinde görevli olduğu üniversitede haftada asgari 10 saat ders vermekle yükümlüdür'' ibaresini Anayasa'ya aykırı bularak oy çokluğuyla iptal etti.
Kanunun 6. maddesiyle, 2547 sayılı Yasaya eklenen Geçici Madde 57. maddenin ''Bu süre içerisinde talepte bulunmayanlar istifa etmiş sayılır'' biçimindeki son tümcesini de oy çokluğuyla iptal eden Anayasa Mahkemesi, tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanların sadece bir sağlık kurum ve kuruluşlarında mesleklerini icra etmelerine izin veren yasa hükmünü de oy çokluğuyla iptal etti ve yürürlüğünü durdurdu. Buna göre tüm doktorlar özel muayenehane açabilecekler. (A.A.)

11 Temmuz 2010

DEKAN DA AYNI...

Vistilef'in Notu: Son günlerde İstanbul Üniversitesi İlletişim Fakültesi'ne bir çok Alman akademisyen geliyor. Bu yazıyı herhalde onlar yazdı diyeceğiz ama hayır... Peki, Fakülte'mize ziyarete gelen Alman'lar İlletişim Fakültesi'ne nasıl ve kimi Dekan seçerlerdi? Hiç merak etttiniz mi? İşte cevabı [Duruma göre aşağıdaki yazıyı, Rektör yerine Dekan okuyun, üniversite yerine de Fakülte...]:

Üniversitelerde Rektör Belirleme Sorunu ve Almanlar Olsaydı Türk-Alman Üniversitesi Rektörünü Nasıl Belirlerlerdi? [Ya da, Fakültelerde Dekan adayı belirleme ve atama sorunu ve İlletişim Fakültesi'ne gelen Alman Hocalar bu fakülteye nasıl Dekan belirlerdi?]

Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr

Son günlerde üniversite üst yöneticilerin belirlenmesi konusunda iki ciddi tartışma konusu yaşanmaktadır. Yakın geçmişte Marmara, Giresun ve Erzincan Üniversitelerinde yapılan aday belirlenmesi yoklaması sonucu öğretim üyelerinin ilk sıraya yerleştirdiği adayların YÖK tarafında Cumhurbaşkanına atanmak üzere gönderilen ilk sıralamaya girememeleri nedeniyle sık tartışılan konu yeniden alevlenmiş oldu. Anayasa tartışması kadar ilgi gören üniversitelerin üs yöneticilerinin belirlenmesi konusu sokaktaki insandan Cumhurbaşkanına kadar, YÖK başkanı dahi kimsenin memnun olmadığı görülüyor.

Bir ülkenin gelecekteki nitelikli insan potansiyelini yetiştiren üniversitelerin yönetim organlarının niteliği birçok bakımdan önem taşıyor. YÖK yasası kurulduğundan bu konular gündeme gelmiş ve ülkemiz bilim ve eğitim hayatının zarar gördüğü belirtilmişti. Halen de objektif ölçütler içinde konuyu işleyen duyarlı bilim insanları yılmadan işlemektedirler.

Bu anlamda üniversitelerin özerk olması ve kendi öze durumları nedeniyle birer devlet kurumu veya işletme gibi yönetilmek yerine bilimsel anlayışa uygun olarak ortak aklın etkisi ile özerk ortamda yönetilmesi kaçınılmaz olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Türk-Alman Üniversitesi Rektörü İçin Arana Özellikler Yetersiz

İkinci gelişme ise yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesi üst yönetiminin belirlenmesi için başlatılan adaylık süreci ki bu da yukarıda belirttiğimiz mevcut üniversitelerimizin herhangi bir kritere bağlı olmayan üniversite üst yönetimlerinin belirlenmesi ile doğrudan ilgilidir.

17.06.2010 tarihli YÖK basın bildirisinde "18.06.2008 tarihli ve 5772 sayılı Kanunla değiştirilen 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 13. maddesinin (a) fıkrası hükümlerine göre yeni kurulan "Türk-Alman Üniversitesi"ne 13.05.2010 tarihli Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulunca belirlenerek Cumhurbaşkanlığına sunulan 3 rektör adayından birinin çekilmesi ve listenin Başkanlığımıza iade edilmesi üzerine Türk-Alman Üniversitesi'nin rektör seçim sürecinin yeniden başlatılmasına karar verilmiştir" denilmektedir.

Rektör ataması için aday adayı başvurusunda bulunacak kişilerde;

a. "Profesör" akademik unvanını taşıması,

b. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu'nu hükümlerine göre devlet memuru olarak istihdam edilebilmek için engel bir halin bulunmaması,

b. Rektör olarak atama işleminin ikmal edildiği tarih itibarıyla 67 yaşını tamamlamamış olması, şartları aranacaktır.

3. Rektörlük için aday adayı başvurusunda bulunmak isteyen öğretim üyelerinin, üçüncü fıkrada belirtilen şartları taşıması halinde, herhangi bir Devlet veya Vakıf üniversitelerinde kadrolu veya sözleşmeli olarak görev yapmaları şart değildir.

4. Başvuru dilekçesi ile birlikte ekte sunulan formata uygun olarak aday adayının akademik özgeçmişi ve yayın listesi yer almalıdır.
Yeni Üniversite Rektörü Tecrübeli Ve Deneyimli Olmalıdır

Yeni kurulacak üniversite için daha önceden bir aday listesi belirlendi ve YÖK bildirisinde de belirtildiği gibi adaylardan birinin çekilmesi ile süreç yeniden başlamıştır. Çekilen aday doğru bir iş yapmıştır. Bu bağlamda hem YÖK hem de Cumhurbaşkanlığını belirli bir itham altında tutmaktan kurtarmıştır. Bu bağlamda Türk Alman Üniversitesi rektörlüğünün atanmaması hayırlı olmuştur.

Doğal olarak 4 milyona yakın Türk vatandaşının yaşadığı Almanya ile ülkemiz arasında bir üniversitenin olması son derece önemlidir. Aklıma gelen soru şu, acaba Almanlar bir Alman-Türk Üniversitesi açsalardı kurucu rektör olarak ne tür ölçütler ararlardı? Daha önce yazdığım Üniversitelerde seçim modelleri konulu 8 yazıda konuyu dünya ölçeğinde nasıl işlendiğini örnekleri ile anlatmaya çalıştım.

Almanlar Niteliğe Değer Verir

Bu hafta başında Portekiz'de katıldığım bilimsel bir toplantıda Alman meslektaşıma "ülkenizde rektörlük seçimleri nasıl yapılıyor?" diye sordum. Ve yeni kurulan Türk Alman üniversitesinden bahsettim. Alman hocanın cevabı "biz olsak amaca uygun en yetkin kişiyi dünya çapında ilan ile alırız" olmuştur. Genelde rektörleri aranan özellikle akademik düşünce anlayışı, bilgi birikimi, üretkenlik, çalışma kültürü, hukuk bilgisi, toplumsal aydınlanmaya katkısı ve estetik duyarlılıklar gibi ölçütler aranır. Her şeyden önce anabilim dalından Rektörüne kadar niteliği en yüksek bilim insanları üniversitede yönetici konumdadır.

Daha önce Almanya'da bilimsel araştırma yaptığım sıralarda ve ileriki dönemlerde kısacıkta olsa sistemi incelmiş olmam nedeniyle Almanların nasıl sistematik hareket ettiklerini biliyorum. Alman Üniversitelerinde yöneticiler bayındırlık işlerini andıran faaliyetler ile değil, geçekten bilim ve bilimin işleyişi ile ilgileniyorlar. Konu temelde üniversiteye nasıl baktığımıza bağlıdır. Üniversiteyi nasıl tanımladığımıza ve nasıl bir üniversite istediğimiz sorusu ile doğrudan ilgilidir. Dünya üniversitelerinin bu konudaki tecrübesi açık. Akademik başarısı olmayan, ciddi anlamda projeler üretmemiş, uluslararası alanda bir kongreye düzenlememiş, kongreye katılmamış, herhangi bir kongrede seçkin bilim insanları karşısında iki cümle konuşmamış, temel bir iki eseri olmamış, ciddi anlamda yayınları atıf almamış hiçbir kimse yönetici yapılmaz.

Maalesef konu yine üniversiteyi nasıl gördüğümüz, üniversiteden ne beklediğimi ve nasıl bir üniversite istediğimize bağlıdır. Dünyanın bugünkü gelişmişlik ölçüsü ve üretkenliği bilim ve teknoloji üretimine bağlı olduğu için, ülkelerin kendi tercihlerini kendileri yapmak zorundadırlar. Bir toplum kendi yerini nerede görmek istiyorsa ona göre bilim ve teknolojiye değer vermek zorundadır. Bu nedenle Almanlar niteliği ve akademik başarısı yüksek insanlar arasından aday seçiyorlar. Seçimlerinde de değişik teknikler kullanarak üniversite bileşenlerinin tümünün katkısını aramaktadır. Daha önce değişik Alman Üniversitelerinin seçim modellerini yazmıştım. Çoğunlukla Almanlar öğrenci, öğretim üyesi, öğretim görevlisi, çalışan ve öğrencilerin belirli ağırlıklarda kullandıkları oy ile oluşan büyük senatonun oluşturduğu komite seçimi hazırlamaktadır. Seçim üniversitenin içine yönelik ve üniversitenin kendisi seçiyor. Üniversite bileşenlerinin özgür iradeyle seçtiği senato doğru adayı seçebiliyor. Aynı senato başarısız

Tekrar Türk-Alman üniversitesine dönersek, yeni kurulacak bir üniversite için belki daha dikkatli olunmalı ve ek önlemlerin alınması gerekir. Yerleşik bir üniversite değil yeni kurulan bir üniversitede yönetici olmak herhalde en azından geçmişte bir üniversitede rektörlük yapmış olması şartı aranır diye beklenir. Deneyimli, girişimci, ufku ve öngörüsü olan, vizyon sahibi, toplum içinde sevilen kişiliklerin olması üniversitenin ilk inşası ve üniversitelik bilincinin yerleşmesine katkıda bulunacaktır.
Mevcut Hali İle Rektör Belirleme Seçimleri Üniversitelere Zarar Vermekte ve Verisizleştirmektedir

14 Temmuz 2010 tarihli gazetelerde Sayın YÖK başkanının Üniversite rektörlük seçiminin değişeceği yönündeki ifadesinin de tartışmaya açılması gerekir. Her ne kadar yıllardır sistem eleştiriliyor olsa da YÖK başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan'ın rektörlük seçiminin yarattığı olumsuzluklar ile ilgili kaygısını sorumluluk makamında oturan üst düzey yönetici olarak dile getirmesi önemli.

Üniversite mevcut durumdaki adı seçim ancak net nitel ölçütleri olmayan seçimi şeklinin artık ülkemizin bilimine zarar verdiği aşikârdır. Bu hali ile toplumda hiçbir güven ilişkisi kalmamış ve ciddi eleştiriler almaktadır. Temel sorun doğru bilim adamı seçiminin yapılmaması ve buna bağlı olarak doğru yönetici seçilememesindendir. Sorun seçimde değil bir bütün olarak sistemin olmamamsı, neyin arandığının bilinmemesi kadar yasanın sonuçta atamaya uygun olmasından kaynaklanıyor.

Portekiz Sitemi Uygun Görülüyor

Geçen hafta sonu Portekiz'in Evora kentindeki Evora Üniversitesinde yapılan bilimsel toplantıda açılış kokteyline gelen Rektör ve yardımcısı ile ayaküstü konuşma fırsatı buldum. Yeni Rektörden sistemin işleyişini öğrendim. Daha öncede Dünya Üniversiteleri Seçim sistemleri adlı yazımda da belirttiğim görüşler yakın olan Portekiz sistemini anlattılar.

Portekizliler Rektörlerinin bağımsız olarak seçilen seçiciler kuruluna seçtiriyorlar.

Şöyle ki, Üniversitenin belirlediği bağımsız bir seçiciler kurulu oluşuyor.

Seçim kurulu 18 kişiden oluşuyor.

Kurulun komposizyonu şöyle oluşuyor

13 kişi profesörler tarafından seçiliyor.

2 kişi üniversite çalışanları

3 kişi öğrenciler tarafından seçiliyor.

18 Kişilik kurul üniversite senatosu ile birlikte üniversite dışından konu ile ilgili 7 kişiyi de daha seçiyor. Üniversite dışı kişiler çok sözü edilen mütevali heyeti veya sosyal konsey üyeleri gibi üniversite ile ilgili olan kişilerden seçiliyor. Sanayi, eğitim, meslek odalar ve benzeri kesimlerini temsil eden kişilerden oluşuyor.
Seçilen Kişiler Seçilecek Adayı Belirliyor.

Adaylar önce senatoya; sonra da seçim kuruluna projelerini ve hedeflerini anlatıyor. Adaylardan aranan özellikler: doktora yapmış olması, varsa bilimsel yayın geçmişi, yönetim becerisi ve toplumsal proje ve ilişkileri istenmekteymiş.

Seçilen rektör her iki ayda bir seçim kuruluna gelişmeler hakkında rapor veriyor. Her yıl gelecek yıla ilişkin hedefini ve projelerini açıklıyor ve bir önceki yılın hesabını üniversiteye anlatıyor.

Eğer rektör her iki ayda bir verdiği raporda işlemleri ve harcamaları ile ilgili ikna edici bulunmazsa seçiciler kurulu rektörü uyarıyor veya başarılı bulunmayan rektör görevden el çektirebiliyor. Böylece rektör üniversite içinde kontrol edilmiş oluyor. Gerçek anlamda üniversite özerkliği ancak bu şekilde sağlanıyor. Diğer organların belirlenmesinde bölüm başkanı yurtiçi ve dışından adaylar arasında akademik dosyası dikkate alınarak belirleniyor. Evora Üniversitesinde Fakülte yerine farklı birimler enstitü çatısı altında toplanmaktadır. Ancak kişilerin labaratuvar ve araştırma grupları etkin konumdadır. Bölüm başkanı seçiminde adayın bilimsel özgeçmişi, yayın, etkinlik ve projeleri dikkate alınıyormuş. Ancak Portekizce bilmek kaydı ile herkes aday olabilmektedir.

Agronmi (tarım bilimi) bölümünün başında bir Alman hoca bulunuyor. Genelde batı üniversitelerindeki geleneğe uygun olarak üniversitede belirli oranda yabancı öğretim üyesi bulunuyor. Alman hocaya sorum "atanmanız zor olur mu?". Cevabı hayır dosya üzerinde en iyisi seçildiği için kendime güvenerek geldim. Hemen ekliyor, "tabii yönetici olmak değil yöneticiliği sürdürmek zor". Aralıklarla bölüm başkanı ve Enstitü başkanı bilimsel çalışmalar hakkında bölümü bilgilendirmek ve her yıl gelecek yılın planı açıklamak ve gerçekleşen durumu rapor etmek zorundadır. Yani bizden farklı olarak liyakate dayalı ve sürekli üreten bir sistem oluşturulmuştur. Tabii burada bütün kesimler örgütlü ve sorumluluk gösteriyor. Her şey tek kişinin iki dudağı arasında değildir. Üniversite kamuoyu da bilinçli ve küçük şeylere prim vermiyor.

Türkiye'nin Geleceği Nitelikli Üniversitelerden Geçmektedir

Dünyanın 17 büyük ekonomisi olan Türkiye'nin büyüklüğü ile bilim ve üniversiteye bakışı arasında ciddi bir farklılık olduğu artık aşikârdır. Hepimizin iyi niyetle geriye bakmadan ileriye yönelik uygulanabilir bir sistem oluşturması gerekir. Mevcut hali adı seçim olan fakat kendisi eğilim belirleme ve atama karışımı yapı yaşana her üniversitede yeni olumsuzlukları oluşturmuş ve üniversiteleri verimsizleştirmiştir. Yer yer üniversiteleri fakülteciliğe ve kamplaştırmaya götürmüştür. Gözlemlerim ve kanaatim seçim adına üniversitelere verilen zarar belki de on yıllarca düzeltilemeyecek boyuttadır. Yerel yönetici belirlemeyi andıran ön seçimin yarattığı ilişkiler bilim insanı ortamına yakışmıyor ve ciddi eleştiri almaktadır. Artık bağımsız senatoların oluşması ve nitelikli bilimsel erki yüksek, sosyal ve toplumsal bağları olan üniversite yöneticilerinin seçilme zamanı gelmiştir. Bilimsel geçmişi zayıf olan, bilim yapmamış, herhangi bir bilim kitlesi karşısına çıkmamış, hiçbir sosyal ve temel bilim politikası olmamış kişiler üniversitelerde ve fakültelerde yönetici olamıyorlar.

Öneri:

Ancak sorunun çözümü sanırım özerk üniversite ilkesinin yeniden işletilmesine bağlıdır. Üniversitelerde rektör adaylarının yerel yönetimleri andıran ve kişi başına oy yerine, nitelikli ve liyakati olan özgür seçimler ile mümkün olacaktır. Üniversite bileşenlerinin oluşturacağı özgür nitel seçilen delegeler ilkeler oluşturarak üniversite yönetimlerini oluşturabilir. Bu konuda dünya tecrübesi ve sistemleri uygulanılır.
Benim önerim üniversite bileşenlerinden oluşan ve iki hatta üç tura kadar yansıyacak bir seçimin olmasıdır.

Örneğin, rektör aday adayları, belirli oranda %60 i öğretim üyelerinden, % 20 Öğretim görevlileri %10 u üniversite idari personelinden ve %10 u öğrencilerden oluşan üniversite delegeler kurulunun oluşturduğu bağımsız senato tarafından seçilebilir. Senatonun tabandan seçimle bağımsız olarak seçilerek gelmesi ve sorumluluk alması daha yararlı olur.
Senato kendi içinde nasıl bir rektör aradığını belirleyebilir.

Belirli sayıdaki delege kendi içinde seçeceği seçim kurulu adaylarda aranan nitelikleri değişik formüller ile belirleyebilir. Örneğin bağımsız senato delegelerin adayları 1, 2, 3, 4, 5, 6 diye sıralamaya alabilir.

Sıralamada birinci çıkan ilk % 50'nin üzerinde oy almamışsa ikinci tura kalan ilk üç aday arasında yeniden bir seçim yapılabilir.

Böylece üniversitenin %50'nin üzerinde desteğini alan bir aday 4 veya 5 yıllığına seçilir.

Gönlümden geçen bir defalığına seçilmesidir. İleride bunun nedenlerini de açıklayacağım. Seçilen aday göreve başlarken ne yapacağını belirtmeli ve ayrılırken de aynı şekilde hesap verebilmelidir. Seçilen rektör sık sık hesap vermelidir. Başarısız rektör bağımsız senato tarafından görevinden el çektirilmedir.
Amaç üniversitenin kendi kendisini yönetmesi ve hesap verebilmesidir.
Sanırım bu yaz günün sıcak gündeminde tartışılan referandum ve üniversite sorunları yeni bir anayasa ve yeni bir Yükseköğretim Yasası ile aşılacak niteliktedir. Ülkemizin sağlıklı geleceği için hepimizin sorumluluk alması gerekir.


9 Temmuz 2010, Cuma, Adana

09 Temmuz 2010

BU SEÇİM ÖLÇÜTLERİ İ.Ü. İLLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKAN ATAMASI İÇİN DE UYGULANACAK MI?

CUMHURBAŞKANI REKTÖR LİSTELERİ İÇİN YÖK'Ü SORGULADI...
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL'E YANIT OLARAK VERİLEN YÖK AÇIKLAMASI:

Buna göre, Cumhurbaşkanlığına arz edilmek üzere, birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki adayları belirlemek amacıyla Genel Kurul'da ayrı ayrı gizli oyla seçim yapılmaktadır. Birinci sıradaki adayın belirlenmesi için yapılan gizli oylamada en az salt çoğunluğun sağlanması gerekmektedir. Müteakiben yukarıdaki usulle kalan boş aday arasından ikinci sıradaki adayın seçimi, son olarak kalan dört aday arasından da üçüncü sıradaki adayın seçimi yapılmakta ve bu suretle seçilen üç adayın adları öz geçmişleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığına arz edilmektedir.
İlgili düzenlemeler ve bu düzenlemelere dayalı olarak gerçekleştirilen uygulamalar dikkate alındığında, üniversitelerde yapılan seçim sonuçlarının yok sayıldığı ve öğretim üyelerinin demokratik haklarının bir tezahürü olarak kullandıkları oylarına saygı duyulmadığının iddia edilmesi, Anayasa ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanun ile akademik ve idari özerkliği garanti altına alacak şekilde heterojen bir yapıda oluşturulan YÖK Genel Kurulu üyelerinin ilgili mevzuat uyarınca ve gizli oylama yoluyla yaptıkları oylamaya saygı duyulmaması gibi bir çelişkiyi açıkça ortaya koymaktadır.
Şu husus açıkça bilinmelidir ki, YÖK Genel Kurulu, Cumhurbaşkanına sunulacak üç adayın belirlenmesi sürecinde, adayların üniversite öğretim üyelerinden aldıkları oy miktarının yanı sıra, diğer akademik ölçütleri de gözeterek, cumhurbaşkanının rektör seçme ve atama yetkisinin adil ve hukuka uygun olarak kullanılması için gerekli ortamı sağlama hususunda azami hassasiyeti göstermektedir.
Rektör adaylarının belirlenmesi sürecinde YÖK Genel Kurulu'na mevzuat hükümleri çerçevesinde verilmiş yetkinin, Genel Kurul üyelerinin tamamen serbest iradelerini yansıtacak şekilde gerçekleştirilen gizli oylama yoluyla kullanılmakta olduğu, bu süreçte yapılan işlemlerin siyasi etki altında kalınarak tesis edildiği yönündeki iddiaların hiçbir şekilde gerçeği yansıtmadığı hususu kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

07 Temmuz 2010

NE YAZIYMIŞ... BU GÜNLERİ ANLATIYORMUŞ, ANLAMAMIŞIZ....

Tek adam....

Bu yazının yayın tarihinden üç gün sonra Kemal Alemdaroğlu rektörlük görevinden, "hukuksuzluk", "görevi ihmal" ve "görevi kötüye kullanmak" suçlarını işlediği iddiası ve gerekçesi ile zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından alındı...
Yorumsuz sunuyoruz...

Vistilef

PAŞKA PİRU YOK MİDUR?

Bugün http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-org/staff&int_Set=344 linkini tıklayın, görev nasıl bitmezmiş görün...PAŞKA PİRU YOK MİDUR?

04 Temmuz 2010

TAPULU MAL MI?

İstanbul Tıp Fakültesi'nin Anatomi Hocası Prof. Dr. Sami Zan:

1. Yıkılmayan ağacın yeri belli olmaz!

2. Hıyara kıyasla turba şükür!

3. Meyvası çamura düşüyor diye ağaca mı lanet edilir?

4. Hekim hastasını nadiren tedavi, genellikle teselli eder.

5. Üniversiteye girip de çıkamayanlara profesör denir.

6. Okumak sanatı esasları hatırlamak, ayrıntıları unutmaktır.

7. Bence en acınacak insan, görevinde ücretten başka bir şey alamayandır.

8. Hayat denklemi: Çalışma (10) x Doğruluk (10) x Bilgi (10) x Güzellik (10) x Şans (0) = 0

9. Biz sidikle pislik arasından dünyaya geldik, öğünmemiz nedendir?

10. Kader size bir limon verdiyse, ondan limonata yapacaksınız!

11. Hayat üstü pamuklarla örtülü bir kazık tarlasıdır.

12. Hayatta bütün setler üzerinden geçilmek için yapılmıştır, önünde durulmak için değil!

13. Dilediğin gibi yaşa, nasılsa öleceksin!

14. Yükselmek için kendi ayaklarınızı kullanınız, başkalarının sırtı ve ellerini değil!

15. İyilik belki unutulur ama ölmez. Kötülük ölür ama unutulmaz.

16. Göz medeniyetler yapar fakat medeniyetler göz yapamaz.

17. Moloz alma adam al. Adam yoksa hiç kimseyi almamak hırdavat almaktan iyidir.

18. Sevmek oturup birbirine bakmak değil, belki beraberce aynı yöne bakmaktır.

19. Söndüremeyeceğin ateşi yakma!

22. Yaşlılık gözlerde başlar, genital organlarda biter.

26. Gülme bunlara, doktor gülmez, tebessüm eder!

28. Herkesin ter kokusu ayrıdır, parmakizi gibidir.

29. Yüksek makamlar yalçın kayalara benzer. Oralara nadiren kartallar, çoğunlukla kertenkeleler çıkar.

30. Yolun ilerisini göremiyorsanız dönemece gelmişsiniz demektir.

PROF. DR. SAMİ ZAN (1921-1984)
Kaynak: İstanbul Tıp Fakültesi 1985 Yıllığı, s.474.475