Add to Flipboard Magazine.

31 Mart 2009

BELLİ Kİ, KENDİSİ DE ŞAŞIRMIŞ; KİMİN VERDİĞİNİ ANLAYAMAMIŞ...

“Dear Prof. Gezgin,

... It is wonderful to know that you value my work in public relations so much that you believe it merits an honorary doctorate....”

“....Halkla ilişkiler alanındaki çalışmalarıma fahri doktora verecek kadar çok değer verdiğinizi bilmek harikuladedir....”

Saygılarımla, James E. Grunig Maryland Üniversitesi Emekli Profesörü

Bu satırları okuduğunuzda pek bir mesele yok gibi; ancak bu satırların doğru çevirisini okursanız veya anlayacak kadar İngilizce biliyorsanız, durum dehşet verici. PR Duayeni Herr Dr. Grunig şaşırmışa benziyor. Ingilizcede “it merits” derseniz, bu "haketmek" demektir ve kişi kendisi için kullanıyorsa, “lâyık görme” gibi bir anlam çıkar; bu da hak edişi biraz şaşkınlıkla karşıladığınızı karşı tarafa söyler. Şimdi doğru çeviriyi okuyalım:

Doğru çeviri: “Halkla ilişkilerdeki işimin fahri doktorayı hakedeceğine (it merits an honorary doctorate; ya da “lâyık olduğuna”) inanacak kadar üstün (çok) değerlendirdiğinizi bilmek harikadır...”

Key Word: to merit: character or conduct deserving reward, honor, or esteem; deserve; hak etme, lâyık, müstehak (Webster ve Kabaağaç-Alova, Latince Türkçe Sözlük)

Elimiz değmişken İngilizcesini de düzeltelim: Akademik alanlarda yapılanlar için “work” (iş) sözcüğü kullanılmaz; study (çalışma) sözcüğü kullanılır. İş (“work”) profesyonel olarak yapılanları kapsar.


http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-news/detail&int_Id=189

Yukarıdaki mektup Herr Dr. Grunig’den Dekan Suat Gezgin’e Fahri Doktoraya teşekkür için gönderilmiş... Şu satırlarla bitiyor:

“Please also convey my thanks to the Rector of Istanbul University, Prof. Dr. Yunus Soylet. It was a pleasure to meet and talk with him at the ceremony. Please tell him also that I enjoyed the musical performances at the ceremony a great deal.”

“Lütfen, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet’e de teşekkürlerimi iletin. Törende onunla tanışmak ve sohbet etmek bir zevkti. Lütfen, törendeki müzikal performanstan da büyük keyif aldığımı kendilerine söyleyin.”

Bu cümleler de, Herr Grunig'in, kendisine tevdi edilen Fahri Doktora derecesinin ancak ve ancak Senato’nun onayı ile Rektör tarafından verildiğini bilmiyor olduğunu veya bu enformasyonun ona iletişimlenmemiş bulunduğunu gösteriyor. Bu çok büyük skandaldır.

Bir Fahri Doktora için teşekkür edilecek Makam Senato ve Rektörlüktür.

(Bkz: 2547 sayılı Yasa, Madde 14: Senato’nun Görevleri 1-(5): “Bir sınava bağlı olmayan fahri akademik ünvanlar vermek ve fakülte kurullarının bu konudaki önerilerini karara bağlamak” )

Vistilef’in Herr Grunig’e tavsiyesi: Zaman geçirmeden, dinlediği müzikal gösteriden aldığı hazza teşekkürü içermeyen daha ciddi bir içerik ile sadece aldığı Fahri Doktora için ve kendi başarısını bizim inancımıza bırakmadan değerlendirici bir hitabet ile, İstanbul Üniversitesi Senatosu’na ve Rektörü’ne bir teşekkür mektubu göndermesi…

Ve...

Kendisine ne olup ne bittiği ile ilgili bu enformasyonu vermeyenleri de eşi ile birlikte yazacağı, “The Fifth Model” mı olur, yoksa, bizim bakkalların da bildiği “Par Excellence Theory" üzerine mi olur, hangisine rastlarsa, PR işine soyunanların halkla ilişkilerin h’si ile i’sini bilmedikleri zaman bir kişiyi ne kadar zor durumda bırakacacağını, “case-study” olarak zikretmesi...

Son olarak eğer çok isterse, Haluk Şahin'i araya sokarak, Vistilefe başvurup, gerçekleri öğreneceği bir “simetrik iletişimin” kendisi ile kurulabileceğini hatırlatalım.

Soruyoruz: Herr Dr. Grunig İstanbul Üniversitesi Senatosu’nca Fahri Doktora’ya neden lâyık görülmüştür? Türkiye’ye bir katkıda mı bulunmuştur; Üniversiteye bir katkısı mı olmuştur? Bizim bilmediğimiz?

Yukarıdaki linkte tamamını okuyacağınız bir teşekkür mektubunu yanlış adrese yazan (yoksa doğru mu?); almış olduğu Fahri Doktoraya “lâyık” olduğunu, “Halkla ilişkilerdeki işimin fahri doktoraya lâyık olduğuna inanacak kadar üstün değerlendirdiğinizi bilmek harikadır...” sözüyle tanımlayacak kadar sıradan ve şaşırmış olan ve ona Fahri Doktora’yı Senato onayı ile veren Rektöre de, sadece satır arasında gelişigüzel, müzik dinletisi ile birlikte teşekkür eden; asıl teşekkür edilmesi gereken makam olan Senato’ya teşekkürü unutan (umarız uyarımızdan sonra hatırlar, eğer Haluk Şahin bu yazıyı ona düzgün çevirirse) bir duayenin, kendi PR kuramları ile bu işi sorgulaması gerekiyor. Burası İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin en büyüğü... Bizden bu kadar... Gerisi yöneticilerin...

Vistilef

28 Mart 2009

DUAYENE BAK:

Profesör Dr. James E. Grunig’e 12 Mart 2009’da saat 14:00’te İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Doktora Salonu’nda fahri doktora unvanı verdi. Eşi Prof. Dr. Larissa Grunig ile birlikte 10 kitap yazmış veya editörlüğünü yapmış olan James Grunig 200 civarında makalenin yazarı veya ortak yazarıdır. 43 ülkede halkla ilişkiler dersi vermiş olan Grunig, halkla ilişkiler eğitimcilerine verilen neredeyse tüm ödüllerin sahibidir ve yüzlerce doktora ve yüksek lisans tezi yönetmiştir. http://www.istanbul.edu.tr/iletisim/?page=template-news/detail&int_Id=187

KİM BU GRUNİG? HALUK ŞAHİN'E Mİ SORMALI?

25 Mart 2009

AKADEMİK YAZARLARA ÇAĞRI


THE CHINESE UNIVERSITY PRESS
THE CHINESE UNIVERSITY OF HONG KONG
SHATIN, N.T., HONG KONG
TELEPHONE: (852) 2946-5398
EMAIL: cup-edit@cuhk.edu.hk
FAX: (852) 2603-6692


A new book series by the Chinese University Press:
Reflections on Asian Modernities


General Editor:

Dirlik, Arif

Consulting Editors:

Baik Young-seo
Batmaz, Veysel
Chang Kyung-sup
Ch'en Kuan-hsing
Dong Zhenghua
Hamashita Takeshi
Hsu Cho-yun
Khan, Shamsul
Palat, Ravi
Wang Hui
This series is devoted to exploration of issues of modernity with specific focus on Asian modernities. Postcolonial efforts to overcome Eurocentrism have received additional impetus from the global turn in the study of modernity that has raised significant questions concerning its origins and nature. There is an emergent consensus among scholars that rather than a product of an autonomous European history which then spread globally, modernity is best conceived as an ongoing process dynamized by complex global forces emanating from a multiplicity of locations, that have produced different outcomes in different societies. In this conception, Euro/American modernity is one modernity among others. Dynamized by capitalism and nationalism, European modernity achieved global dominance for two centuries, becoming synonymous with the very idea of the modern. Calls for alternative and multiple modernities in our day reveal, however, that this dominance was not sufficient to erase other possible paths of modernity. The origins of modernity, too, appear differently as modernity is released from the hold on it of Eurocentric historiography. There has been a proliferation of work in recent years that provides evidence of the part played by trans-continental and trans-Oceanic interactions in the emergence of modern societies. Especially important is the part assigned in this new historiography to Asian societies- from Islamic societies across the breadth of the Afro-Eurasian ecumene to the world-systems centered around India in Southern and China in Eastern Asia.
The goal of this series is to promote further scholarship and dialogue in the investigation of the unfolding of modernity in Eurasia. The series will include two types of work without, however, a priori restrictions. Since the reconceptualization of modernity is a fundamental task for the present, the series will encourage theoretical/conceptual work that addresses questions of the substance as well as of the spatial and temporal processes of modernity. These works ideally will be relatively compact(short books or long essays 110-150 pp in length)and written in language that is accessible to readership beyond the academic. The second type of work to be included will be scholarly work devoted to the exploration of the processes of modernity in and between different Asian societies, across the Afro-Eurasian ecumene, and in trans-Oceanic interactions. A fundamental goal of the series is to encourage multiple, and genuinely globalized, perspectives on modernity through work that takes as its point of departure the transcontinental and trans-Oceanic interactions that produced the modern world. It is the premise of the series that the focus on Asian modernities will contribute to this broader goal.

- Editorial arrangements: The editorial arrangement will aim to encourage the editors’ long-term devotion to the series. Prof. Arif Dirlik acts as the General Editor. The line-up for the editorial board is a strong one, with members from fields beyond that of China Studies. The duties of the consulting editors are:
a) to recommend authors and manuscripts;
b) to contribute pieces;
c) to review manuscripts.

- Review procedure: Considering that there are two types of works in the series:
a) for theoretical/conceptual works, one of the consulting editors will act as a reviewer; the other reviewer will be a qualified scholar in the area of interest and will follow the regular practices of the Press;
b) for scholarly works, the regular review process of the Press will be followed, which is outsourcing to two qualified outside scholars to review manuscripts.
In addition to the two review reports, the general editor and/or the consulting editors will provide an additional evaluation for each title.

YÖK, PROF. BATMAZ’IN “2547’YE GÖRE YAPILABİLİR” DEDİĞİ TAM/YARIM GÜN’Ü TAM TERSİNDEN YASAYI DEĞİŞTİREREK YAPMAYA KARAR VERDİ…

YÖK: Ya üniversite, ya da serbest meslek

ANKARA - YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, 2547 sayılı kanunda değişiklik öngören bir taslak hazırladıklarını belirterek, bu çerçevede öğretim üyelerinin kısmi statüde çalışamayacakları yönünde düzenleme yaptıklarını bildirdi.
YÖK Başkanvekili Prof. Dr. İzzet Özgenç, YÖK’te düzenlediği bilgilendirme toplantısında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda yapılması planlanan değişiklikler hakkında basın mensuplarına bilgi verdi.
Özgenç, döner sermayeye ilişkin yapılacak değişikliklerin YÖK Genel Kurulu’nda mutabık kılınan konular olduğunu belirtti.

HEM ÖĞRETİM ÜYESİ HEM AVUKAT OLMASIN
Öğretim üyelerinin kısmi gün statüsünü kaldırıp tam gün statüsüne geçebileceklerini söyleyen Özgenç, bunun sadece tıp fakültesi öğretim üyesi bakımından değil, bütün öğretim üyeleri için olması gerektiğinin altını çizdi. Özgenç, şunları kaydetti: "Sadece tıp fakültesindeki öğretim üyeleri döner sermaye üzerinden dışarıya hizmet vermemelidir. Bütün alanlardaki öğretim üyeleri kendi uzmanlık alanında dışarıya bir hizmet verebilmelidir. Mesela hukuk fakültesindeki öğretim üyeleri dışarıda kendi mesleklerinden dolayı edindikleri birikimi kısmi statüde serbest meslek icra etmek suretiyle veriyorlar. Kişi hem öğretim üyesi hem de serbest meslek icra eden avukat olarak çalışıyor. Biz bunu doğru görmüyoruz. Biz diyoruz ki kişi eğer avukatlık yapacaksa buyursun dışarıda avukatlık yapsın. Ama eğer öğretim üyesiyse öğretim üyesi olsun. Hem öğretim üyesi hem avukat olmasın. Ama bir medeni hukukçusu, bir ticaret hukukçusu, bir ceza hukukçusu bilgisini kullanmak suretiyle dışarıya bir hizmet verebilsin. Ama bu hizmeti döner sermaye işletmesi üzerinden verebilsin."
HİZMET KARŞILIĞINDA ALINAN PAY
Bunun sadece tıp fakülteleriyle sınırlı olmadan, diğer bütün alanlarla ilgili olarak uygulanabilmesini istediklerini belirten Özgenç, döner sermaye üzerinden dışarıya hizmet veren öğretim üyesine kendisini tatmin edecek bir pay ödenmesi gerektiğini söyledi. Burada bazı problemler olduğunu ifade eden Özgenç, "Mesela tıp fakültelerinde olduğu gibi sadece öğretim üyesi kendi imkânlarını kullanarak dışarıya hizmet vermiyor. Hastane alt yapısı kullanılmak suretiyle oradaki bütün elemanların ortak katkısıyla dışarıya bir hizmet veriliyor" dedi. Bu hizmet karşılığında alınan paranın bu kişiler arasında adil bir şekilde nasıl bölüşüleceğinin de bir problem oluşturduğunu belirten Özgenç, "Bir diğeri de şu, siz hiç üniversite imkânlarını kullanmıyorsunuz. Siz sadece o üniversitede bir öğretim üyesisiniz. Sizden bir mütalaa isteniyor. Sizin bu hizmetiniz karşılığında döner sermaye işletmesine gelen para hangi alanlarda ne oranda kullanılacaktır? Bunlara açıklık getiren, bu konularda tatmin ediciliği amaçlayan düzenlemeler yapılıyor" diye konuştu.
Özgenç, YÖK Genel Kurulu;nda kabul edilen şekliyle metin kanunlaştığı takdirde ortaya çıkacak sonuçları da şöyle anlattı:
"Bir, üniversitelerden öğretim üyeleri artık kısmi statülü çalışmayacak, hepsi tam gün statüsünde çalışacak. İki, sadece tıp fakültesi veya hukuk fakültesi öğretim üyeleri değil, bütün alanlarda dışarıya hizmet verilebilecek. Hatta mal satışı da mümkün olabilecek. Mesela bir ziraat fakültesinin uygulama alanı olarak bir arazide bir ürün üretilmiştir. Bu ürünlerin satışından elde edilen gelir bu döner sermayeye gelecektir. O ürünün elde edilmesinde görev yapan bütün öğretim elemanlarına bir pay ödenmesine imkan tanıyoruz. Üretim faaliyetine, öğretim faaliyetine katkıda bulunan kişiler arasında adil bir biçimde bölüşümünü sağlayan bir sistem getiriyoruz."
Bunun üniversitelere kendi kaynaklarını oluşturma imkanını sağlayacağını söyleyen Özgenç, öğretim üyelerinin de sadece maaşa bağlı olarak çalışmayacaklarını, performansa dayalı gelir elde etme imkanının ortaya çıkacağını belirtti.

YÖNETİM KADROSUNDA BULUNANLAR
Üniversitelerin yönetim kadrosunda bulunan kişilerin döner sermayeden nasıl pay alacakları konusunu da görüştüklerini ifade eden Özgenç, "Mesela rektör olan kişi sadece tıp fakültesinin döner sermayesi işletmesinden pay alıyordu. Bu çok fazla görülmüştü. 2008 yılının Ağustos ayında kanunda bir değişiklik yapıldı. Bu değişiklikle bu tırpanlandı, bir etki-tepki düzenlemesine dönüştürüldü. Bir tıp fakültesi dekanı, döner sermaye işletmesinden pay alıyor ama bir mühendislik fakültesi dekanı alamıyor. Dekan olması dolayısıyla pay alamıyor. Bunlara da açıklık getirdik" dedi.
Döner sermaye işletmesinde her yükseköğretim biriminin bir hesabı olduğunu ifade eden Özgenç, şunları söyledi:

"A fakültesinin döner sermayede bir hesabı var. A fakültesinin dekanı o hesaptan ancak bir pay alabiliyor. Bu, şunu sağlayacaktır, bir fakültenin, bir meslek yüksekokulunun müdürü neme lazımcılık yapıp kenarda oturmayacaktır. Mutlaka öğretim üyelerinin dışarıya bir şekilde hizmet verebilmelerini teşvik etmeli ki oradan gelecek kaynaktan kendisine de bir miktar pay gelsin. Ama bu da kötüye kullanılabilir bir ölçü olmasın. Bunu da sınırlandırmış bulunmaktayız. Rektör, rektör yardımcıları, üniversite genel sekreteri, tıp fakültesindeki başhekim, hastane müdürleri, dekanlar gibi. Yönetim kademelerindeki görev alan kişilerin adil bir şekilde pay alabilmelerine imkan tanıyoruz."
ORANLAR MALİYE BAKANLIĞINCA NETLEŞTİRİLECEK
Döner sermaye işletmesi üzerinden dışarıya hizmet verilmesinde teknik altyapıya ihtiyaç duyulduğunu belirten Özgenç, "Döner sermaye işletmesinde toplanan paranın belli bir yüzdesi bu amaç için kullanılabilmelidir. Tıp fakültesi için kabul edilen yüzde ile hukuk fakültesi için kabul edilen yüzdeyi birbirinden ayırdık. Tıp fakültesinin döner sermayesi hesabında toplanan paranın yüzde 35’i araç, gereç, sarf malzemesinin temini için ayrılıyor, hukuk fakültesinde ise yüzde 10’u ayrılıyor" diye konuştu. Bütün bu döner sermaye işletmelerinde toplanan paranın her birinin yüzde 5’inin rektörlük bünyesinde bilimsel araştırma projelerini teşvik fonunda toplanacağını belirten Özgenç, şunları kaydetti: "Bu vardı önceden. Fakat, sadece tıp fakülteleri için şu anda döner sermaye işletmesi büyük ölçüde işlediği için... Teorik olarak bütün fakülteler için işliyor. Ama döner sermaye işletmesinde toplanan paranın büyük bir kısmı vergiye gidiyordu. Mesela hukuk fakültelerinde dışarıya hizmet verdiğinizde aldığınız paranın yüzde 70 küsuru vergiye gidiyordu, yüzde 26-27’si öğretim üyesine ödeniyordu. Bu da öğretim üyelerini hukuk dışı bir yola itiyordu. Kişiler gerçekte 5 lira almışlardır ama üniversite yönetimine beyanda bulundukları miktar gerçekte aldıkları para değil, kendilerini tatmin edecek miktarı elde edebilmek amacıyla daha düşük bir miktarı beyan ediyorlardı. Bu bir kötüye kullanmaktı, bir yanlışlıktı. Biz burada öğretim üyesinin tatmin edeceği bir miktar almasını sağlamamız gerekir ki bu tür sahteciliklere sapmaların önüne geçebilelim." Bu oranların Maliye Bakanlığınca netleştirileceğini bildiren Özgenç, "Bizim maksadımız yüksek 85’lere kadar çıkmaktır. Ama bu oranı Maliye Bakanlığı kabul eder mi, bunu bilmiyoruz" dedi. Maliye Bakanlığının bu oranların artırılmasına ilişkin bir kanaate sahip olduğunu belirten Özgenç, ancak henüz bu orana ilişkin Maliye Bakanlığından görüş gelmediğini kaydetti. Özgenç, "Bizim genel kurulda kabul ettiğimiz miktar yüzde 85’tir" dedi.
BİN 300 KÜSUR KISMİ STATÜLÜ ÇALIŞAN VAR
Bir gazetecinin "kısmi zamanlı çalışan kaç öğretim üyesi olduğu" sorusuna Özgenç, "Bizim kurulumuza intikal eden bilgi bin 300 küsur. Sağlık Bakanlığında ise 7 bin küsur. Bin 300 küsur öğretim üyesinin kısmi statüden tam gün statüsüne geçişi sağlanmış olacaktır" yanıtını verdi.
Özgenç, "rektörlerin maaşına" ilişkin bir soru üzerine , "Rektörün brüt maaşı artı döner sermaye işletmesinden alacağı pay, Yükseköğretim Kurulu Başkanı’nın brüt maaşından fazla olmayacaktır. Üniversitede yönetim görevini üstlenen kişi, mesai saatleri dışında döner sermaye işletmesi üzerinden dışarıya hizmet verebiliyor. Mesela tıp fakültesi öğretim üyesi rektör ise döner sermaye işletmesi üzerinden mesai saatleri dışında hizmet verebilecektir" dedi.
Mesai saatleri içerisinde yönetim görevi yapan kişilerin mesai saatleri içinde döner sermaye işletmesi üzerinden dışarıya hizmet veremediklerini ifade eden Özgenç, onların bütün mesaisinin yönetime ayrılmış olması gerektiğini vurguladı. Şu andaki düzenlemeye göre, mesai saatleri dışında döner sermaye üzerinden dışarıya hizmet verilmediğini anımsatan Özgenç, "Getirilen sistemle mesai saatleri dışında, hafta sonunda dahi döner sermaye işletmesi üzerinden dışarıya hizmet verilebilecek. Yani, siz cumartesi, pazar günü bir tıp fakültesi hastanesinin kapısını çaldığınızda orada bir öğretim üyesine muayene olabileceksiniz. Mesai saatleri dışında hizmet veren öğretim üyesi mesai saatlerinde aldığı paranın yüzde 50 fazlasını alacaktır" diye konuştu. Özgenç, sağlık hizmetini alanların bu hizmeti kimden alırsa alsın aynı parayı ödeyeceğini ifade etti.
İzzet Özgenç, yapılan düzenlemeyle öğretim üyesinin net maaşının 8 katı, mesai saati dışında çalışılması halinde ise 12 katına kadar maaş alabileceğini söyledi.

VAKIF ÜNİVERSİTELERİ
Özgenç, öğretim üyelerinin gösterdikleri performans kadar pay alacaklarını ifade etti. Şu anda vakıf üniversitelerinin döner sermaye işletmeleri olmadığını belirten Özgenç, şunları kaydetti: "Yapmayı düşündüğümüz düzenlemelerle vakıf üniversitelerinde de döner sermaye işletmesi kurulacaktır. Dolayısıyla bizim tam gün ve kısmi gün statüsü konusundaki düzenlemelerimiz aynı zamanda vakıf üniversiteleri bakımından da geçerli olacaktır. Dolayısıyla bu düzenlemelerle devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri arasındaki ayrım ortadan kalkacaktır. Sistem itibarıyla yeni kurulan bir üniversite ile köklü bir üniversite arasında işleyiş bakımından herhangi bir olumsuzluk söz konusu değil ama elbette ki gelişmişlik düzeyini tamamlamış bir üniversitenin işleyişinde mesela Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi döner sermaye işletmesinden alınacak pay ile Kars Kafkas Üniversitesinin tıp fakültesindeki döner sermaye işletmesinden alınacak pay aynı değil. Zaten aynı olmaması lazım." (aa)

Prof. Dr. Veysel Batmaz'ın full-time ile ilgili görüşleri için: http://rektorbatmaz.blogspot.com/search?updated-max=2008-10-29T00%3A16%3A00%2B02%3A00&max-results=7 (ikinci yazı)

Bir okur yorumu:

Döner sermaye ödemeleri Tıp dışında çok sorunlu. - 25/3/200913:5
Tıp için uygun düzenleme nedir bilemem. Onlar hastane dışında özel muayenehane açıp paralarını oradan alıyor ve hasta için hastane imkanlarını kullanıyorlar. Bu ahlaka uygun değil ve düzeltilmesi gerekir. Hastanede özel muayene bunun çözümüydü, yeniden yaygınlaştırılabilir. Ama tıp dışında, özel üniversitelerde verilen ders ücretlerini de devlet üniversiteleri döner sermayeye sokuyor. Oysa öğretim üyesi o üniversitenin imkanlarını kullanmıyor, kendi bilgisini kullanarak yine kendi işini, yani eğitim vermeyi yapıyor. Ama Ankara'daki bir büyük üniversite, ek ders ücretinin %45'ini kesiyor, %65'ini öğretim üyesine veriyor. Bir de üstelik ertesi yıl "yönetmelik hükmü" diye özel eğitim ödeneğini de kesiyor ki bu da yaklaşık 1000 TL ediyor. Yani öğretim üyesi emeği için öngörülen rakamın yarısını alabiliyor. Döner sermaye uygulaması böyle olduğu sürece hiç kimse herhangi bir işini döner sermaye üzerinden yapmayı kabul etmez.
tehanu06

ÜNİVERSİTELERDE DİRENİŞ Mİ, HADİ CANIM SEN DE !

ANKARA - YÖK Başkanvekili İzzet Özgeç YÖK'te düzenlediği basın bilgilendirme toplantısında, ''Şu anda üniversitelerde YÖK'e karşı bir direniş başlatmak için bir çaba var. Araştırma görevlileri ile ilgili olarak bu yönetimin ortaya koyduğu herhangi bir olumsuzluk yok'' dedi. 25 Mart 2009 Çarşamba -- 13:12:00 (aa)

SUSANLAR ROTASYONA.... YUMUŞATMA YOK, UYGULANABİLİR YAPILDI; O KADAR...

YÖK Rotasyonu Yumuşattı 'Mümkün Olduğunca' Rıza Alınacak!

Tıp fakülteleri arasındaki rotasyonda öğretim üyelerinin, 'mümkün olduğunca' rızası alınacak. Görev süresi de 1 yıl yerine 7 ay olacak..


Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tıp fakülteleri arasında yapılacak rotasyonu yumuşattı. Bazı tıp fakültelerinin öğretim üyesi ihtiyacının karşılanması için başlatılan rotasyon uygulaması özellikle büyük üniversitelerin rektörleri ve öğretim üyelerinden sert eleştiriler almış, kararın uygulanamayacağı savunulmuştu.

26 Şubat 2009 tarihli kararda öğretim üyelerinin 2009-2010 öğretim yılı sonuna kadar ve en az 1 yıl süreyle görevlendirilmesi öngörülüyordu. Yeni kararla ise öğretim üyeleri 1 Ağustos 2009 tarihi itibariyle göreve başlayacak, süre de göreve fiilen başlama tarihinden itibaren 7 ay ile sınırlı olacak. Öte yandan, Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, kararı tatmin edici bulmadı, "Üniversitelerarası Kurul'da tartışılarak, komisyonlarda uzun ve kısa vadeli stratejiler geliştirilmeli" dedi. (Sabah)

24 Mart 2009

ÖNGÖRMEYE GEREK YOK, GERİYE BAKARSANIZ ZATEN BÖYLEYDİ....

YÖK'ün 24 Mart 2009 Toplantısı: YÖK, doçentlik kadrosu için 5 yıllık süre öngörüyor
YÖK'ün gündemine aldığı 2547 Sayılı yasada yapılacak değişiklik kapsamında; Üniversitelerarası Kurul'dan (ÜAK) doçentlik ünvanını alanların, doçentlik kadrosuna atanabilmesi için 5 yıl beklemesi öngörülüyor.
Edinilen bilgiye göre YÖK Genel Kurulu'nda görüşülen 2547 Sayılı yasada yapılacak değişiklikler kapsamında; Üniversitelerarası Kurul'dan (ÜAK) doçentlik ünvanını alan öğretim üyesinin, doçentlik kadrosuna atanabilmesi için 5 yıl beklemesi gerekecek. Gelişmekte olan üniversitelerde ise bu süre iki yıla dakar düşebilecek. Hangi üniversitelerin, hangi kriterlere göre 'gelişmekte olan üniversite' statüsünde olduğunu ise YÖK belirleyecek. Aynı sürenin profesörlüğe atanmak için de geçerli olması halinde, profesör olmak için 10 yıllık bir süre gerekmiş olacak. (CİHAN)

20 Mart 2009

ALEMDAROĞLUCU ve PARLAKÇI DEKANLARLA İLGİLİ TOPLANTI DEVAM EDİYOR

YÖK Genel Kurulu'nun toplantısı, gündemin yoğun olması nedeniyle bugün, 20 Mart 2009 Cuma günü, devam ediyor...

19 Mart 2009

AYRINTILAR GELDİ...

ANKARA - YÖK Genel Kurulu'nun, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan başkanlığındaki toplantısı sona erdi. Edinilen bilgiye göre, toplantıda 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ''döner sermaye'' ile ilgili maddesi görüşüldü.
19 Mart 2009 Perşembe -- 19:58:00, aa

YÖK ALEMDAROĞLUCU ve PARLAKÇI DEKANLARIN HUKUKSUZLUKLARINA DUR DİYECEK Mİ?

19.03.2009 tarihinde saat 09:00'da başlayan YÖK Genel Kurulu'nda, ''2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nda yapılacak değişiklikler'', ''Tam Gün Yasası'', ''Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nde yapılacak değişiklikler''in ele alınması bekleniyor. Ayrıntılar geliyor....

İLETİŞİM ÇÜRÜK BİNADAN KURTULUYOR...

YÖK, yıllardır öğrenci çatışmalarına sahne olan İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü ile Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni ‘lisans’ eğitimine kapatmak için çalışma başlattı. YÖK yönetimi, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ ve İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet ile her iki kampüsteki fakültelerin dekanlarıyla bir araya geldi. Yapılan toplantılarda karşıt görüşlü öğrenciler arasındaki çatışmaların yaşandığı iki kampüsle ilgili yeni düzenlemeye gidilmesi kararlaştırıldı.

KONGRE MERKEZİ YAPILACAK

YÖK'ün, "Her iki kampüsü lisans eğitimine kapatıp master programına açalım" önerisi üniversitelerin yönetimleri tarafından olumlu karşılandı. 'Tarihi açılım' olarak değerlendirilen projeye göre, Beyazıt Kampüsü'nde bulunan fakülteler ile DTCF lisans eğitimine kapatılacak ve sadece yüksek lisans programları uygulanacak. Tarihi kampüslerin İstanbul ve Ankara üniversitelerinin 'uluslararası kongre merkezi' olarak düzenlenmesi de öngörülüyor.YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın yürüttüğü projenin 2010-2011 eğitim ve öğretim yılında hayata geçirilmesi planlanıyor. Çevik Kuvvet timlerinin gölgesinde eğitim yapılan iki kampüsteki lisans öğrencileri üniversitelerin farklı yerlerdeki kampüslere nakledilecek. Projenin hayata geçmesiyle polis gözetiminde sınava girme dönemi de sona erecek.

BİR YILDA 24 KANLI OLAY

Beyazıt Kampüsü'nde geçen yıl meydana gelen 14, DTCF'de ise 10 olayda kan döküldü. Çıkan çatışmalarda çok sayıda öğrenci bıçak, taş ve sopa darbeleri ile yaralanmıştı. Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, Ankara ve İstanbul'daki üniversite olaylarının üçte biri Beyazıt Kampüsü ile DTCF'de meydana geliyor. İki kampüsün güvenliğinden Valiler tarafından özel görevlendirilen bir emniyet müdür yardımcısı ile bir şube müdürü sorumlu tutuluyor.-----İsmini Atatürk vermişti-----Adı Atatürk tarafından verilen Ankara Ünivervsitesi DTCF 14 Haziran 1935'de TBMM'de kabul edilen yasa ile kuruldu ve 9 Ocak 1936'da eğitim-öğretime açıldı. Tarihi fakültede 18 bölüm ve 71 anabilim dalından oluşuyor. Halen 17 bölüm ve 65 ana bilim dalında öğrenim yapılıyor.------Temeli Fatih Külliyesi...------İstanbul Üniversitesi'nin kurulduğu Beyazıt Kampüsü'nün tarihi 1470'te kurulan Fatih Külliyesi ile başladı. Hukuk, edebiyat, ilahiyat gibi bilimler okutulan Beyazıt duraklama ve gerileme dönemlerinde bilimsellikten uzaklaştı. 1870'te, "Darülfünun- u Osmani" adıyla modern ilim anlayışına ulaştı. 1872'de kapısına kilit vuruldu. 1874'te yeniden eğitime başladı. 1946'ya kadar farklı zamanlarda açılıp kapanan Beyazıt, üniversite olaylarının İstanbul'daki merkezi konumundaydı.

Kaynak: Bugün/Kamil ELİBOL


İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi İle İlgili Medyada Çıkan Haberler Hakkında Basın Açıklaması

İstanbul Üniversitesi ile ilgili 18 Mart 2009 tarihli, “DTCF ve Beyazıt’a Kilit Vurulacak” başlıklı Bugün Gazetesi ve “Dil Tarih ve Beyazıt Kampusu Taşınıyor” başlıklı Zaman Gazetesi’nde çıkan Yükseköğretim Kurulu’nun İstanbul Üniversitesi Beyazıt Yerleşkesi’ni lisans eğitimine, yaşanan siyasi çatışmalardan dolayı kapatacağı ve sadece master eğitimine izin vereceği yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. İstanbul Üniversitesi’nin böyle bir projesi ve çalışması yoktur. Yerleşkede yıllardır sürdürülen lisans eğitimi huzur ve güven içerisinde devam etmektedir ve edecektir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü

14 Mart 2009

YENİ ORTA SINIF BAŞKALDIRIYOR...


POPÜLER KÜLTÜRE BİR ŞEYLER OLUYOR... İLETİŞİM BİLİMCİLER: İVEDİ ANALİZE BAŞLAYIN !

Türkiye popüler kültür düzeyinde yeni bir döneme girdi. Orta sınıfın (Türkiye’de “üst” orta sınıf ideolojik olarak yoktur, “alt” orta sınıf boldur) bir Pirus zaferi ilan etmesine ramak kalmıştır. Oluşan küresel keriz krizi ortamından en fazla etkilenecek olan varoşların orta sınıfı, Recep İvedik-2 ile, “alay edilen” değil, “alay eden”; “seyredilen değil”, “seyreden”; “parodisi yapılan” değil, “ti’ye alan” bir sınıfın manifestosunu duyar gibiyiz... Daha önce alay edilen, aşağılanan, parodisi yapılan entel orta sınıfın bir Cem Yılmaz-Leman kültürü artık tarihe karışıyor. Bu bağlamda, Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu'nda Marx’a Dönüş oyununu sahneye koyması ile Recep İvedik-2'nin rekorlar kırarak aynı anda izleyiciye ulaşması, birlikte değerlendirilmeli ve popüler kültürün nesnesi olarak görsel ideolojinin analizi bu çerçevede yapılmalıdır. Recep İvedik-2 ile Marx’a Dönüş, sanki AKP ile sentezlenen (http://www.medyapolitenblog.blogspot.com/) "Ergenekon" ile Türk-İslam sentezciliğini yok ederek gelişen ve MEME medyasını terbiyeye yönelik bir politik aşamanın da, yeni bir sıçrama noktasına geldiğini göstermektedir. Bu konuda Ali Şimşek’in orta-sınıf analizi yol göstericidir. Bu süreç, önümüzdeki yerel seçimlerden sonra nereye kıvrılacağını gösterecektir.

Vistilef Popüler Kültür Grubu (Vistilef yıllar önce çizilmiş zafer işareti yapan Marx ile Recep İvedik-2 posterlerinin benzeşmesini dikkatimize sunan Ali Şimşek’e teşekkür eder.)

07 Mart 2009

50-d mi; 33-a mı?

50-d’de KADRO YOK, BURS VAR... İŞTE DURUM:

Üniversitemizde, bir iki gündür araştırma görevlisi statüsünde bulunan aday biliminsanlarında bir hareketlilik var. Alemdaroğlu ve Parlak gibi hukuka aykırı işlem yapmaktan Mahkemelerce hüküm altına alınmış olan rektörler ve onların atadığı dekanların marifetleri olarak ortaya çıkan bu durum, şu anda, Alemdaroğlu ve Parlak’ın dekanları ve onların bölüm başkanlarının görevden ayrılmalarının dışında çözülemez. Çünkü, araştırma görevliliğine atanmanın koşulunu tanımlayan (33-a) maddesi açıktır. Bu maddeye göre, Araştırma Görevlilerinin atanmaları için Dekan ve hiyararşik silsilenin (bilhassa, Bölüm Başkanlarının) yazılı “öneri ve olumlu görüşü” gereklidir. Bu öneri ve görüşler olmadan Rektörlük atama yapamaz. Araştırma Görevlilerinin ilkönce, Fakülte ve Bölümlerinden öneri ve olumlu görüşleri Rektörlüğe arz ettirmeleri gereklidir. Bu da, şu andaki Alemdaroğlu ve Parlak'ın dekanları ile yapılamaz. Bundan sonrası ise aşağıdaki gibidir:

İlkönce Araştırma Görevlisi statüsünü düzenleyen üç maddeyi inceleyelim:

2547/50-d) “Lisanüstü öğretim yapan öğrenciler, kendilerine tahsis edilebilecek burslardan yararlanabilecekleri gibi, her defasında bir yıl olmak üzere öğretim yardımcılığı kadrolarından birine de atanabilirler.”

2547/3-p) “Öğretim yardımcıları: Yükseköğretim kurumlarında belirli süreler için görevlendirilen, araştırma görevlileri, uzmanlar, çeviriciler ve eğitim –öğretim planlamacılarıdır.”

2547/33-a) “Araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında .... [verilen] görevleri yapan öğretim yardımcılarıdır. Bunlarla ilgili olarak Anabilim dalı başkanılarının önerisi, Bölüm Başkanı, Dekan, Müdürün olumlu görüşü üzerine rektörün onayı ile araştırma görevlisi kadrolarına en çok üç yıl süre ile atanırlar, atanma süresi sonunda görevleri kendiliğinden sona erer.”

Görüldüğü gibi, araştırma görevlileri 2547 sayılı Yasanın en az koruduğu akademik statüdür. Bu statünün 1750 sayılı eski üniversite yasasındaki hükümlere döndürülmesi zaruridir ve ilerici mücadele bu hedefe uygun yapılmalıdır. Ancak, bu nihai hedeften önce de yapılacaklar mevcuttur. Hukuk yolu ilk ve yegâne çözüm yoludur.

2547/33-e maddesi, Öğretim Yardımcılarından, uzman çevirici ve eğitim-öğretim planlamacılarının atanmalarında, "üçüncü defa atandıktan sonra" sürekli olarak atanabilecekleri olanağını hüküm altına alırken, aynı durumu araştırma görevlileri için tanımlamamıştır. Bu nedenle, 2547-33 maddesi de, aslında, geçici bir güvence maddesidir.

Ancak güncel durumda da Yasanın bu üç maddesi gerek YÖK, gerekse de rektörlük tarafından “olmadığı” gibi uygulanmaktdadır. Bu incelemenin amacı güncel olarak yasal durumun ne olduğuna ilişkindir. Bu inceleme idare hukukunun en önemli uzmanları tarafından yazılmıştır.

Araştırma görevlisi kadrosu, 2547/33-a’da tanımlanmaktadır. Yani, araştırma görevilileri için 50-d’ye göre bir kadro yoktur. 50-d maddesi çok açıktır: Bir lisansütü öğrencisi eğer “burslu” olarak tanımlanmıyorsa, 50-d’ye göre, 2547/33-a’daki kadroya atanabilir. Bu maddede, her defasında bir yıl olarak süre tanımı yapılmış ve 33-a’ya göre de bu süre toplam üç yıl olarak sınırlanmıştır.

Hukuken bu iki maddenin uygulaması şu şeklide yapılabilir (Yasanın 1982’deki gerekçesi de bu uygulama biçimindedir; ancak bugüne kadar bu uygulama hiç yapılmamıştır.
) :

Bir lisansütü öğrencisi, ilk başladığı yıl 50-d'ye göre "burslu" olarak tanımlanır. Ondan akademik başarı dışında bir şey beklenmez. "Bursluların" seçimi burs kaynağının miktarına göre sınavla da olabilir, olmayabilir de; Yasanın bu konuda ucu açıktır. Bu parasal ve insansal kaynak miktarı, YÖK tarafından her üniversite için ayrı ayrı belirlenebilir. YÖK’ün yetki ve görevi burada sona erer. Bundan sonra artık iş, anabilim dallarına (Lisansüstü enstitüleri için Anabilim Dalı, Fakülte'nin Bölümleridir) kalmıştır. Burslu olarak nitelenen lisansüstü öğrencisi, bir yıl sonunda, 33-a’daki atanma koşullarına uygun olarak, Araştırma Görevlisi kadrosuna atanır. Bu atama birer yıl olabileceği gibi, yasanın üst süre sınırı olarak üç yıl da olabilir. Üçüncü yılın sonunda ise, bu öğrenciler, kazandıkları akademik ünvanlar sonunda ve/veya akademik başarıları çerçevesinde, yeniden araştırma görevlisi veya yardımcı doçent olarak "üniversitede devam edecekler" ve "görevleri sona erdirilecekler" olarak iki gruba ayrılarak, haklarında 2547’nin ilgili maddelerine göre idari işlem yapılır.

Yukarıdaki paragrafta özetlenen hukuksal ve yasal olarak amir hüküm olan uygulama, bir kez daha söyleyelim, 1982 yılından bu yana uygulanmamaktadır. Oysa, yasayı her okuyanın anlayacağı basitlikte olan hükümler, 12 Eylül’ün diktotaryal mantığı ile şu anda sorun haline dönüşmüş olan şeklini Alemdaroğlu ve Parlak dönemlerinde almış; teamül, yasa zannedilmiştir; kimse yasayı okumadığı için, uygulama mevzuat olarak görülmüştür. YÖK de, yasayı okuyamamaktadır.

Güncel olarak ise sorun biraz daha karışıktır. 50-d’deki "burslu statü" bugüne kadar zaten hiç uygulanmadığı halde, 50-d’den atanmış gözüken "araştırma görevlileri", sanki 33-a’daki kadroya sahipmiş gibi çalıştırılmışlar ve burslu statüsündeyken idari ve akademik bir yığın göreve boğulmuşlardır. Oysa, lisanüstü öğrencisi olarak baştan 2547/50-d’deki “burslu” öğrenci olarak tanımlansalardı, sorumlulukları, sadece dersler ve sınavlar ile tezlerden oluşan akademik başarı olacaktı. Oysa bu “burslu” olarak addedilmeyen fakat somut olarak "burslu olan" (yani "kadrosuz" olduğu söylenen) araştırma görevlilerine açıkça “angarya” uygulanarak, sorumlulukları dışındaki görevlerde istihdam edilmişlerdir. Bazı Dekan ve Bölüm Başkanları ile Anabilim Dalı Başkanları da, kanundan bihaber bazen kötü niyetli, bazen de bilmemezlikle muzdarip, bu akademik basmakların ilkine adım atan genç biliminsanı adaylarına akla hayale gelmedik baskı ve uygulamayı reva görebilmişlerdir.

Şu andaki palyatif çözüm basittir: Herbir, 50-d’de burslu oldukları halde, kadrolu şekilde "çalıştırıldığı addedilen" araştırma görevlisi, 33-a’daki atama koşullarına uygun olarak Rektör tarafından en fazla üç yıl olarak burslu statüden çıkartılarak 33-a’daki kadrolara atanabilirler.


Bu atamalara, kadro verip vermemesi dışında, YÖK atamaya karışamaz, ek koşul yaratamaz. Sadece, YÖK, bu aşamada, Anabilim Dalları düzeyinde kadro tahsisi konularında da yetkili makam olarak, bu statüdeki çalışan "akademik" kişi sayısını denetleyebilir veya Maliye Bakanlığı olanaklarına göre belirleyebilir. Zaten ünlü "31 Temmuz" yönetmeliği de [YÖK tarafından çıkartılan 31 Temmuz tarihli "Öğretim Üyesi Dışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Naklen veya Açıktan Yapılacak Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik"] bu yetkinin (kadro tahsisi yetkisinin) kullanılmasından ibaret olmalıdır; fakat yetkiyi aşmıştır. YÖK, 2547 sayılı Yasaya göre, araştırma görevlilerinin kadroya atanmasında merkezi sınav yapmak gibi bir yetkiye sahip değildir. Çünkü, mezkur yönetmeliğin, 2547 sayılı Yasanın 65. maddesine göre hazırlandığı ileri sürülmekteyse de (Bkz: Mezkur Yönetmelik, Madde: 3) 2547/65. maddenin 13. fıkrasında yer alan “görevlendirmeler ve nakil ile ilgili esaslar ve bu kanunun uygulanması ile ilgili diğer hususlarla ilgili” YÖK tarafından yönetmelikle düzenlenmesi yetkisi, 2547 sayılı Yasa’da, araştırma görevlilerin nasıl görevlendirileceği ile ilgili esasın (33-a) açıkça belirtilmiş olması ile, araştırma görevlilerinin veya diğer öğretim yardımcılarının atanmaları ve/veya görevlendirilmeleri ile ilgili hususları ve esasları kapsayamaz. Bir esas, Yasada açıkça yer almışsa, ayrıca ve ek koşullarla yönetmelikle düzenlenemez.

Özetle, "31 Temmuz yönetmeliği" kadüktür; Rektörlerin her yetki kullanımlarını YÖK’e veya mütaala yoluyla yetkili makam dışındaki kişi ve kuruluşlara sorarak işlem yapması hukuka aykırıdır.

İstanbul Üniversitesi ve diğer üniversitelerdeki araştırma görevliliği sorunu bir Yasa sorunudur ve nasıl çözüleceği yine yasanın pozitiv hukukuna göre yazılı haldedir. İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, bir defaya musus olmak üzere değil; yasanın düzenliliği ve sürekliliği ilkesi doğrultusunda, 33-a’daki koşullara uymak koşulu ile, her araştırma görevlisinin süresini en fazla üç yıla kadar uzatabilir; üç yılın üstünde de, yine 33-a’daki atama koşullarına uygun olarak YENİDEN atama yapabilir.

Bir daha başta söylediğimizi sonda tekrarlarsak; Alemdaroğlu ve Parlak gibi hukuka aykırı işlem yapmaktan Mahkemelerce hüküm altına alınmış olan rektörler ve onların atadığı dekanların marifetleri olarak ortaya çıkan bu karışık durum, şu anda, Alemdaroğlu ve Parlak’ın dekanları ve onların bölüm başkanlarının görevden ayrılmalarının dışında çözülemez. Çünkü, atamanın koşulunu tanımlayan 33-a madesi açıktır. Araştırma Görevlilerinin atanmaları için Dekan ve hiyararşik silsilenin “öneri ve olumlu görüşü” gereklidir. Bu öneri ve görüşler olmadan Rektörlük atama yapamaz. YÖK’ün bu atamalarda kadro tahsisi dışında yetkisi yoktur. Araştırma Görevlilerinin ilkönce, Fakülte ve Bölümlerinden öneri ve olumlu görüşleri Rektörlüğe arz ettirmeleri gereklidir. Bu ise Alemdaroğlu ve Parlak'ın dekanlarınca yapılamaz. Bundan sonrası ise yukarıda anlattığımız gibidir. YÖK'ün adem-i merkeziyetçi olmak isteyen bir Başkana sahipken, merkeziyetçiliğin tam ortasına düşmesi, bu konunun dışında ele alınması gerekli bir hâldir.

Tüm ilgililere duyurulur...


Vistilef Hukuk Bürosu

(Hukuksal yardımları için Prof. Dr. Veysel BATMAZ'a Vistilef olarak teşekkür ederiz.)

06 Mart 2009

PARLAK BİZİ KANDIRMIŞ...

Rektörlüğü döneminde sürekli olarak “dünyada ilk beş yüz üniversitesi arasında bir tek İstanbul Üniversitesi var” diyen ESKİ REKTÖR PARLAK, enformasyon karartmış; bizi kandırmış. İşte haber:

Türk üniversiteleri dünya sıralamasında geriledi

12 Eylül’den sonra büyük bir hızla kan kaybeden Türk üniversiteleri, dünya sıralamasında gerilemeye devam ediyor. Geçtiğimiz yıl 30’uncu sırada yer alan Türk üniversiteleri, bu yıl bir sıra geriledi.

Esra KAYA / ANKARA 6 Mart 2009, Hürriyet

DÜNYADA üniversite sıralaması konusunda yıllardır en kapsamlı çalışmaları yürüten Cybermetrics Lab. tarafından yapılan araştırmada, Ocak 2009 verileri değerlendirilerek elde edilen son dünya sıralaması belli oldu. Araştırma sonuçlarına göre, ülke sıralamasında geçen yıl 30’uncu sırada yer alan Türkiye, bu yıl bir basamak gerileyerek 31’inci sıraya yerleşebildi. Dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına ise sadece ODTÜ, Bilkent ve Boğaziçi girebildi. ODTÜ 428, Bilkent 430 ve Boğaziçi 489’uncu sırada yer aldı. Geçen yıl ilk 500 üniversite içine yine aynı üç Türk üniversitesi girebilmişti. Dünya sıralamasında, ODTÜ 390, Boğaziçi 455, Bilkent ise 489’uncu olmuştu. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’den yedi üniversite ilk 1000’e girdi. Ankara 733, İTÜ 812, Hacettepe 852, Ege 960, Gazi 1029, Sabancı, 1047, AÜ 1064, İstanbul Üniversitesi 1199, Çukurova 1303, İnönü 1492, Uludağ 1509’uncu sırada yer aldı.

01 Mart 2009

GÖREVDEN ALINMASINI DEFALARCA YÖK'TEN TALEP ETMİŞTİK. GERİSİ GELECEK...

Bu haber üniversite'nin resmi web sitesinde yok: http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?1973

Eski Rektör Parlak'a usulsüzlük suçlaması!

Geçtiğimiz ocakta koltuğunu Prof. Dr. Yunus Söylet'e devreden İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Mesut Parlak'a, soruşturma şoku.

YÖK, İ.Ü. eski Rektörü Mesut Parlak hakkında soruşturma başlattı. Parlak'ın asker ve savcılarla yediği yemek parasını üniversiteye ödettiği, üniversite parasını usulsüz paylaştığı iddia ediliyor.
Geçtiğimiz ocakta koltuğunu Prof. Dr. Yunus Söylet'e devreden İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Mesut Parlak'a, soruşturma şoku.

Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın onay verdiği soruşturma dosyası YÖK Denetleme Kurulu'na iletildi. Denetleme Kurulu, Parlak'tan savunma istedi. Parlak, geçtiğimiz günlerde savunmasını YÖK'e iletti. Kurul, gerekli gördüğü hallerde Parlak'ı yeniden dinleyebilecek.

YEMEK YEDİRDİ İDDİASI
Prof. Parlak'ın üniversitenin Baltalimanı Sosyal Tesisleri'nde bazı emekli asker, savcı, gazeteci ve medya yöneticilerine yemek verdiği, bu yemek ücretlerini de üniversiteye ödettiği iddia ediliyor. Maliye Mevzuatı'na göre bu ücretleri, Parlak'ın kendi cebinden ödemesi gerektiği, Parlak'ın paraları üniversiteye ödeterek mevzuata aykırı davrandığı ileri sürüldü. Soruşturma raporunda ayrıca, İstanbul Üniversitesi iktisadi işletmelerine alınan malların ihale mevzuatına uygun olmadığı öne sürülüyor. Rektörlüğü döneminde Parlak'ın başkanlığını yaptığı İktisadi İşletme Kurulu'nun da usulsüz işlemler yürüttüğü belirtiliyor. Parlak'ın ve üniversitenin İktisadi İşletme Kurulu Üyeleri H. Ş., Prof. A. Ç. ile kurulda sosyal işler sorumlusu görevlisi Ö. S.'nin, işletmeye ait prim paralarını aralarında paylaştıkları da iddia edildi.

Akşam

Vistilef'in Notu: Görevde iken, Parlak için YÖK Denetleme Kurulu'na, Savcılıklara ve YÖK Başkanı'na, suç duyurularında bulunduk. Sonuç alamadık...