Add to Flipboard Magazine.

28 Şubat 2006

BU SATIRLARI KİM YAZDI?

"Kamuoyu: Ulusal egemenlik esasına dayanan temsilî bir hükümette kamuoyu büyük bir rol oynar. Basın ve toplanma hürriyetleri olmadan ve genele ait işler hakkında geniş bir eleştiri sahası bırakılmadan kamuoyu görevini sürdüremez. Ulusal Egemenlik ve temsili hükümet fikrinin yayılması ve yükselmesi ancak kamuoyunun çalışmaları ile mümkündür. Hükümetin fikri, memleketin fikrini temsil etmelidir.

Hükümet, memleketin fikrini anlayabilmek için bu fikrin ortaya çıkmasına aracı olan araçlara sahip olmalıdır. Gerçi hükümet, seçim zamanlarında milletin fikirlerine vâkıf olur; seçilen meclisler dahi milletin düşüncesini temsil ederler. Fakat seçim zamanları milletin ortaya koyduğu fikirler, sabit kalmaz. Bu sebeple, meclislerin bu fikirleri temsil edebilmesi çok zaman devam etmez. Kamuoyu milletin içinden taşan bir çeşitli fikirler denizidir. O denizde muhtelif akımlar, muhtelif tartışma dalgaları oluşur.

Kamuoyu, ruhî bir âlemdir. Orada gerçekleşen fikir mücadelesi, dikkatli gözlerden gizli kalmaz: Eski demokrasilerde bu fikir mücadelesi bütün vatandaşların her gün bir arada toplanarak vücuda getirdikleri toplantılarla gerçekleşiyordu. Bugün vatandaşların adetçe çokluğu ve çağdaş yaşamın vatandaşlara yüklediği gündelik işler, onların maddeten ve her gün bir arada toplanmalarına olanak bırakmamıştır.

Bu sebeple kamuoyu ideal bir dünya olmuştur ki, bu dünyada genele ait işlerin eleştirisi şu içeriği gösterir :
a) Eleştiri ve tartışma tamamen özgürdür. Bu özgürlük, herkes tarafından, hiç kimsenin etkisi olmadan, kendi kendine kullanılır. Hükümeti ve Meclisi dikkatli bulunduran, eleştiri özgürlüğüdür.
b) Kamuoyunun eleştiri özgürlüğü, başlıca birçok yayın ile olur. Yayın, suiistimallere engel olur ve hükümet araçlarını, görevlerini doğru yapmağa mecbur eder. Yayın en etkili kontrol vasıtalarındandır. Bu noktada "eleştirinin kolay ve fakat uygulamanın, güç olduğu gerçeğini unutmamak lâzımdır." Onun için :
c) Genelin iyiliği fikri, her türlü eleştirilere ve tartışmalara daima egemen ve esas tutulmalıdır. Seçilen fikirler, umumun iyiliği namına ortaya atılmalıdır. Bu fikir, hareket noktası olunca eleştiri ve tartışma devletin de iyiliği namına yapılmış ve vatandaşların toplumsal ve siyasî terbiyelerini yükseltmeğe hizmet etmiş olur.
d) Genele ait işleri eleştiri özgürlüğü, hükümet ile millet arasında bir anlaşma zemini oluşturur. Hükümet yayın aracılığıyla kamuoyunu anlar ve icabında lüzumlu olan belgelerle onu aydınlatır. Hükümetin milleti ve milletin hükümeti anlaması bunların tek vücut olmalarını ve kalmalarını temin eder. Kamuoyunun Kendi Kendine Teşkilatlanması: Hükümet, tavır ve hareketini düzenlemek için kamuoyuna önem verince, kamuoyu örgütlenir. Kamuoyunun daima, istifade olunabilecek, hazır bir halde bulunabilmesi, onun bir örgütlenmeye sahip olmasıyla mümkündür. Bu örgütlenme, serbest eleştiri ve tartışma sahasıdır. Bu saha daima açık olmalı ve daima çeşit çeşit düşüncelerle beslenmelidir. Bu ise, basının çabası ve çıkarı kamunun her gün yeniden yeniye tartışılmasıyla olur. Kamuoyunun geçerli olduğu bir ülkede, gazeteler yayımlanmasa toplum şaşkın ve çılgın bir hale gelir.

Bahsettiğimiz bu düşünce örgütlenmesinde, şu özellikler görülür:
a) Düşünce örgütü, bir azınlığın veyahut birtakım seçkin insanların ürünüdür. Şüphesiz halk kütlesi, bu örgütlenmeye katılır. Fakat başka şeylerde olduğu gibi, bunda da halk kütlesinin rolü etkin değildir. Gerçi halk, yayını aksettirir, fikirlere taraftar toplar, fakat düşünceleri ortaya atan ve yayının merkezlerini teşkil eden halk değildir.
b) Uygar bir düşünce örgütlenmesinde, gerçekte iki seçme sınıfın çalışması vardır. Bu sınıflardan biri, basın girişimlerini oluşturan ve idare edenlerdir. Basın, fikirleri ortaya atmak ve neşretmek için gerekli bir araçtır. Siyasi fikirleri de üreten basındır. Basın girişimleri, gazeteler, dergiler ve kitap basımı ile olur. Basının siyasi fikirler üretmedeki rolü, daha çok, başka içeriktedir. Çünkü "siyasî düşünceleri ortaya atan, sürekli, siyasi gruplar ve çevreler gibi düşünce topluluklarıdır." Yoksa halk kütlesi içinde, kendiliğinden meydana çıkmaz.
c) İyice gerekir ki, gazeteler, okul kitapları değildir. Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adi yalanları yaymada basının kullanıldığı olmuştur. Basın ve düşünce özgürlüğünün maruz kaldığı başka tehlikeler de vardır. Basının ve hattâ düşünce topluluklarının, ulusal hükümetin etkisinden kurtularak, siyasi veya ekonomik gizli amaçlara âlet olmasından korkulur. Basının para ile satın alınabilmesi, uluslararası yüksek para çevrelerini basın üzerinde gizli etkisi veyahut sadece yabancı devletlerin örtülü ödeneklerinin etkisi, işte bunların kamuoyunu kandırması ve yönlendirmesinden hakkıyla korkulur. Fakat, özgürlükten çıkacak bu kötülükler asla çaresiz değildir. Evvelâ, basın özgürlüğüne yasal bir sınır çizilir. Anında, gazeteler, özel bir örgütlenme yaparak, bununla kendi üzerlerinde ahlâkî bir etki uygularlar. İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, kamuya ait bir kurum haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikri ve siyasi terbiyesi de bir güvencedir. Halk, farklı gazeteleri okumağa ve onları biri birleriyle kontrol etmeğe ve gazetecilik yalanlarına inanmamağa alışır.

Bütün bunların üzerinde, her şeyin açık olması sayesinde, iyi niyetin gelişeceğini ve yaşamsal sorunlar üzerinde iyi niyet sahibi insanların daima çoğunluğu oluşturacaklarını kabul etmek doğru olur. Çünkü, her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir. Deneyim göstermiştir ki, her şeyi söylemekten insanları menetmek asla mümkün değildir. Fakat, ulusal terbiye ve büyük manevi kuvvetlere karşı hükümetin uygun hareketi tarzı sayesinde, isyankâr düşüncelerin yayılmasına izin vermeyecek toplayıcı bir çevre yaratmak mümkündür. Fakat, her halde, her şeyin söylenmesine izin vermek ve bunun karşısında söyleyenlerin uygulamaya geçmesine dayanarak tedbir almakla yetinmek etmek anlamsızdır. Bütün halk, eyleme geçtiği gün, onları tutuklayacak kuvvet yoktur.

Tıbbi bir genel sağlık olduğu gibi, kamusal bir genel sağlık da vardır. Her ikisi aynı ilkeye dayanır. Maddesel mikropları yok etmek mümkün olmadığı gibi, manevî mikropları da yok etmek mümkün değildir. Fakat, kişinin vücudunda, maddesel bir sıhhat yaratmak mümkün olduğu gibi, kamusal bünyede de manevi bir sıhhat yaratmak ve bu suretle bir direnç zemini hazırlamak mümkündür. "

Kaynak: Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler , 1931, ss: 58-62. Derleyen : Afet İnan TTK Yay. 1988 baskısı

İKİ FOTOĞRAF...

Yalova Termal'de 1937

Kızılcahamam'da 1937

27 Şubat 2006

BİR HATIRLATALIM DEDİK...

1. Bölümler Bölüm Başkanı tarafından yönetilir...

2. Dekan'ın görevi 2547 sayılı yasa ile tanımlanmıştır:
a) Fakülte içinde koordinasyon
b) Fakülte'nin temsilcisi
c) Fakülte Kurullları kararlarının uygulayıcısı
d) Genel gözetmen ve denetmen

3. 2547 sayılı Yasaya göre Üniversite aşağıdan yukarıya yapılanır.
a) Anabilimdalı, eğitim ve müfredat yapar
b) Bölümler öğrenimi yapılandırır ve yönetir
c) Dekanlık Bölümlerle Rektörlük arasında temsilcidir
d) Rektör Üniversite'de tek yetkilidir

17 Şubat 2006

ANABİLİM DALLARI NEREDE?


KEYFÎLİK ve HUKUKSUZLUK HAD SAFHADA...

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin her Bölümünde var olan Anabilim Dalları, İstanbul Üniversitesi Senatosunun 16.05.2002 Tarihli, 7. Toplantısında Alınan Kararla tümüyle ve toptan kaldırılmıştır.

Bir idari işlem ve eylem yaratan, “İletişim Fakültesi bünyesindeki Anabilim Dallarının kapatılması, oybirliği ile kabul edilmiştir” yönündeki karar, İletişim Fakültesi Senatörü’nün seçilmemiş olduğu ve dolayısıyla Senato kararlarının “yok hükmünde” bulunduğu bir dönemde alınmış olmasının yanısıra, 2547 sayılı Yasa’nın bir çok maddesini de ihlal eder niteliktedir.

Bu konuda 2004 yılından bu yana Rektörlüğe ve Dekanlığa yaptığımız müracaatlarla, Anabilim Dallarının yeniden kurulması gündeme gelmiş ve Fakülte Yönetim Kurulu’nda ilk tartışıldığı biçimiyle Prof. Dr. Veysel Batmaz’ın “yasal Bölüm Başkanları atanmadan Anabilim Dalları kurulamaz” yönündeki şerhi ile reddedilmiş, sonradan Gazetecilik hariç, diğer Bölüm Başkanları atanınca Ana Bilim Dalları Bölümlerce Yönetim Kurulu’na sunulmuş ve kabul edilerek Rektörlüğe “gönderildiği” ilan edilmiştir. Anabilim Dallarının yeniden açılması ile ilgili teklifin Rektörlüğe gönderilip gönderilmediğini bilmiyoruz. Ancak şu gerçektir ki, Fakülte hukukî zaafiyetlerinin en temeli olan Anabilim Dallarının olmaması, 16.05.2002 tarihinden bu yana, okulda verilen derslerin, alınan akademik elemanların, müfredat değişimlerinin hepsini hukukî olarak “sakat” yapmaktadır. Çünkü 2547 sayılı Yasa, bir Fakültedeki eğitim ve öğretimin Bölümler vasıtasıyla Anabilim Dalları tarafından yapılacağını “amir hüküm” haline getirmektedir. Anabilim Dalı olmayan bir Fakültenin yaptığı tüm eğitim ve öğretim etkinlikleri Yasaya aykırı ve keyfî hale dönüşmektedir. Fakülte’de keyfilik had safhadadır. Elimizde tüm Senato kararları ve belgeler mevcuttur.

Bilindiği gibi, Kemal Alemdaroğlu da Cumhurbaşkanı tarafından bu tür hukuksuzlukları nedeniyle görevinden alınmıştı.

Şimdi yapılan hukuksuzluğu belgeleriyle izleyelim.

Bu kararları içeren sözkonusu toplantı tutanağı aşağıdaki gibidir:

“İstanbul Üniversitesi Senatosunun 16.05.2002 Tarihli, 7. Toplantısında Alınan Karar Tutanağı: “Karar 1- İletişim Fakültesi bünyesindeki Anabilim Dallarının kapatılması, oybirliği ile kabul edilmiştir.
Karar 2- Mühendislik Fakültesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümünde, 2002-2003 eğitim-öğretim yılından itibaren %30 zorunlu İngilizce eğitime geçilmesi, oybirliği ile reddedilmiştir.
Karar 3- İ.Ü.Devlet Konservatuarı bünyesinde Müzik ve Bale Sanat Dalları eğitimini kapsamak üzere, 8 yıllık İlköğretim Okulu kurulması, oybirliği ile kabul edilmiştir.
Karar 4- İstanbul Üniversitesi Bilim ve Sanat Ödülleri Yönergesinde değişiklik yapılması, oybirliği ile kabul edilmiştir.
Ek Karar 1- İstanbul Üniversitesi Yaz Öğretimi Yönetmeliğinin 8. maddesine (Sağlık Bilimleri hariç) ibaresinin eklenmesi, oybirliği ile kabul edilmiştir.”

Bu tutanaktaki 1 numaralı karar gereğince, şimdi, YÖK’ün Senato Kararını onaylayan karar yazısının belgesini inceleyelim:



Görüldüğü gibi YÖK 2547 sayılı Kanunun 2880 sayılı Kanun ile değiştirilen 7.d-2 maddesine dayanarak, İ.Ü. Senato kararını uygun buluyor. Şimdi bu dayanak yapılan maddeyi okuyalım:

“2547 sayılı Kanun, Madde 7 – (Değişik: 17/8/1983 - 2880/3 md.)
d) Devlet kalkınma planlarının ilke ve hedefleri doğrultusunda ve yükseköğretim planlaması çerçevesi içinde;
(2) Bir üniversite içinde fakülte, enstitü ve yüksekokul açılmasına, birleştirilmesi veya kapatılması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek önerilere dayalı kararlar almak ve gereği için Milli Eğitim Bakanlığına sunmak,
Yükseköğretim kurumları içinde bölüm, anabilim ve anasanat dalları ile uygulama ve araştırma merkezi açılması, birleştirilmesi veya kapatılması; konservatuvar, meslek yüksekokulu veya destek, hazırlık okul veya birimleri kurulması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek öneriler üzerine karar vermek”

Ancak, 2547 sayılı Kanunun tanım ve Akademik Teşkilatlanma hükümlerinde ise, her Bölümde en az BİR ANABİLİM DALI olmalıdır hükmü mevcut. Dolayısıyla, YÖK’ün tüm Bölümlerde bütün Anabilim dallarını kapatan ve Fakülte’de ceberrut bir keyfîlik yaratan teklifini uygun bulan bu YÖK kararı da hukuk dışı idari eylem ve işlem yaratıyor.

Anabilim Dallarının yeniden tesisi ise geçmişe yönelik hak ve hukuk mağduriyetlerini ortadan kaldırmıyor. Bu nedenle geçmişte ve halen mağduriyete uğrayanları mağdur eden tüm Fakülte ve Rektörlük kararları, sadece bu nedenle Fakültemiz bünyesinde hukuk dışı...

Bir kez daha yineliyoruz, elimizde, 2001 yılından günümüze, tüm Senato kararları, resmi yazışmalar ve belgeler mevcut. Bir kaç tanesinin örneğini yukarıda sunduk.... Belgeleri daha iyi okumak istiyorsanız, masaüstünüze kopyalayarak, resim olarak büyütün ve okunur hale getirin...

15 Şubat 2006

KUTLAMADA KİMLER VARDI?

Doğum gününde emekli oldu...

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ’nde hukuka aykırı olduğu iddia edilen uygulamaları nedeniyle YÖK ve Cumhurbaşkanı tarafından İstanbul Üniversitesi rektörlüğü görevinden alınan Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, yaş haddinden emekli oldu. Alemdaroğlu, emekliliğini ve 67'nci doğum gününü Caddebostan'daki Büyük Kulüp'te arkadaşlarının düzenlediği partiyle kutladı. Yemeğe emekli dekanlar, öğretim elemanları, akademisyenler, ve çeşitli üniversitelerin rektörlerinin yanı sıra Genelkurmay eski başkanları emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Hüseyin Kıvrıkoğlu ile işadamı Yılmaz Ulusoy, Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi, eşi ve eski İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi olarak Fakülte Yönetim Kurulu tarafından iki kez görevine son verilen Pınar Türenç’in eşi Hürriyet Yazarı Tufan Türenç katıldılar. (Hürriyet, 15 Şubat 2006). İstanbul Üniversitesi’nde, Alemdaroğlu'nu ve Rektör olarak yaptıklarını, Cumhuriyet gazetesinde yazdığı bir yazı ile YÖK'ü kötüleyerek savunan, Alemdaroğlu döneminden kalan tek Dekan olan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat Gezgin’in emeklilik toplantısına katılıp katılmadığı ise meçhulde kaldı.

Alemdaroğlu’na isnat edilen intihal (başkasının yazısını kendisinin gibi göstermesi) haberlerini ilk kez Hürriyet Gazetesi Zaptiyesi Murat Bardakçı çarşaf çarşaf Hürriyet Gaztesinde yazmış, daha sonra Fehmi Koru’nun oğlu-bağlantılı olarak Virgina Üniversitesi web sitesinde de haberler, bu kez sözkonusu eserlerin orijinallerinin de yer aldığı yayınlarla tüm Türkiye’ye ve Dünyaya bir kez daha duyurulmuştu. Hürriyet Gazetesi zaptiyesi Murat Bardakçı’nın intihal zaptiyeliği olmasaydı, konudan Fehmi Koru’nun ve oğlunun haberi olmayacaktı.

Tarihin trajik bir tezahürü olarak, Alemdaroğlu’nun emeklilik kutlaması gününde de yanında, Alemdaroğlu'nun yapmadığını iddia ettiği intihalini bütün aleme duyuran Hürriyet’çiler vardı. İletişimciler olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: MEME (Türk Mainstream Medyası) ile yatan, şaşı kalkar. Alemdaroğlu, yasal olmayarak katıldığı bir İletişim Fakültesi Fakülte Akedemik Kurulu'nda da, yapmadığını başka yerlerde iddia ettiği intihali, "ne var yani, herkes yapıyor; ben araştırsam sizde de intihal bulurum" tehdidi ile savunmuştu.

Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, İstanbul Üniversitesi’nde çalışan biliminsanlarını ve öğretim elemanlarını büyük bir suskunluğa, tepkisizliğe, tembelliğe, vurdumduymazlığa, ideolojik hareket etmeye, irrasyonel hukuksuzluğa ve atalete sokan bir dönemin Rektörü olarak kalbimizde daima yaşayacak.

14 Şubat 2006

SEVİYORUM "LAN"


GLOBAL KAPİTALİZMİN "İNSANİ" OYUNLARINDAN BİRİ
OLAN SEVGİLİLER GÜNÜ KUTLU OLSUN...

13 Şubat 2006

DİNLEME ADÂBI

Vistilef'in Notu: Bu iki fotoğrafı yanyana biz getirmedik. Günümüzü çok güzel anlatan bir fotoğraf karşılaştırması olarak sayfamızda yer verdik. Ancak, yanlış anlamayın, sadece jestleri ve vücut dilini karşılaştırıyor bu iki fotoğraf: Mustafa Kemal ile Tayyip Erdoğan eşit olarak karşılaştırılabilecek kalibrelere sahip değiller. Böyle bir karşılaştırma amacına sahip olanları da kınıyoruz. Mustafa Kemal'in büyüklüğü ile, gerek Türkiye, gerekse başka ülke vatandaşlarının hiç biri karşılaştırılamaz. Zaten bu fotoğraflar da bunu gösteriyor...

11 Şubat 2006

YENİ KİTAP


MURAT BELGE’YE REDDİYE:
MEDYA POPÜLER KÜLTÜRÜ GİZLER


“Popüler Kültür” ne demek?
Medya, “popüler olan” kültürü nasıl kapsıyor?
Türk medyası popülere düşman mı?


Veysel Batmaz’ın “Medyapoliten”
dizisinin dördüncü kitabı... MEDYA POPÜLER KÜLTÜRÜ GİZLER...
POPÜLER KÜLTÜRE ve MURAT BELGE’YE REDDİYE
Avro-Amerikan iletişim bilimlerinde revaçta olan “popüler kültür” adı altında ortaya çıkmış geçici bir hevesin Türkiye’deki tezahürleri...

Tükçede “popüler kültür” ile ilişkili yüzlerce akademik araştırma ve makalede yararlanılmış veya alıntılanmış olan, Veysel Batmaz’ın “Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal Yaklaşımlar” makalesinin 25 yıl sonra ikinci basımı...

06 Şubat 2006

AA1 YİNE SAÇ-LADI: "BİLİMADAMI GAZ-TECİ OLMALI"

Gözümüz üstünde AA1; ilkönce kendi yazını oku; sonra da Vistilef Bilim Grubu'nun yorum ve çağrısını, olur mu?:

Atıf etiği: "REÇETELİ-Reçetesiz ilaçlar"

"OTC) tartışması Türkiye için de dünya içinde yeni bir tartışma değil. 2000 yılında bu konuyu bu köşede tartışmaya açtığımda da yeni bir konu değildi. Reklamcılar Derneği 2000 yılından çok önce bu konuyu, "dar "alanda tartışmaya açmıştı. Tartışmanın boyutlarının genişlemesinde, yararlarını ortaya konmasında altı yıldır bu köşede yazdığım yazıların payı büyük. Bu nedenle bu konuda bir "köşe yazısı" yazıldığında benden "atıf" yapılmasını hak ettiğimi düşünüyorum. Diyeceksiniz ki "ne o gazetecilikle bilim adamlığını birbirine mi karıştırıyorsun?"Kesinlikle. Gazetecilikle bilim adamlığının kesiştiği o kadar çok nokta var ki, her gazeteci aslında bir bilim adamı olduğunun, her bilim adamı da aslında bir gazeteci olduğunun farkına varsa Türkiye’de çok şey değişir... Haksız mıyım sevgili Cüneyt Ülsever? "Doktoralı" gazeteci olarak böyle bir "nezaketi" sizden beklemekte haksız mıyım?"

AA1 saç ektirmeden önce...

Vistilef'in Notu ve Çağrısı: AA1, yapısal ve teleolojik olarak bir biliminsanı değildir; YÖK profesörü olabilir; bir Vakıf Üniversitesi'nin Dekanı olabilir ancak bu haliyle (saçlı ve saçsız; çünkü hep saç-lıyan) biliminsanı olamaz. Gaz-tecilikle, biliminsanlığını birbirine karıştıran bu anlayışı kınıyoruz. Diğer meslektaşlarımızın da kınayacağını düşünüyoruz. AA1 medyaya yaraşır, üniversiteye değil... İletişim Fakültelerini zayıflatan, içini boşaltan, onları bir "meslek okulu" haline getiren AA1 anlayışıdır... Herkesi uyarıyoruz... Bu saç-lara gereken cevabı verin... Verelim...

Vistilef Bilim Grubu

"Her Yerde Kar Var; Kalbim Senin Bu Gece..." Adamo

Unkapanı yolu, Zeyrek, 1950, Günümüzde fotoğrafın sağında IMÇ var...

Karda Yürümek Zordur...
İstanbul'da Karda Yürümek ise Daha Zor...