Add to Flipboard Magazine.

19 Eylül 2005

AKADEMİK TEŞHİR


POPÜLER KÜLTÜR ÜZERİNE O “ÜNLÜ” ALINTI...

Prof. Dr. Veysel Batmaz

O ünlü alıntı, ünlü diyorum çünkü 1981’den bu yana popüler kültür üzerine yazılmış Türkçe “telif” “bilimsel” makalelerin en az yüzde sekseninde, şu ya da bu biçimde kullanılmıştır, karşıma bu kez hiç beklemediğim bir yerde, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi’nde çıktı.

İsterseniz o ünlü alıntının hikâyesine bir bakalım ilkönce, ne kadar ünlüymüş, anlayalım; sonra da sözkonusu dergide yapılanın ne türlü bir “bilimsellik” olduğuna göz atarız, bu ünlü alıntının kullanılış biçimi açısından yapacağımız ufak bir ufuk turu ile.

Alıntı cümle şu: “Popüler kültür gündelik yaşamın kültürüdür. Dar anlamıyla, emeğin gündelik olarak yeniden üretilmesinin bir girdisi olarak eğlenceyi içerir. Geniş anlamıyla, belirli bir yaşam tarzının ideolojik olarak yeniden üretilmesinin önkoşullarını sağlar”15 (Ahmet Oktay, Türkiye’de Popüler Kültür, YKY, İstanbul, 4. Baskı, 1997, s: 20. Oktay’ın bu kitabının tüm baskıları bende bulunmaktadır; baskılar arasında sayfalar değişiklik göstermektedir, ancak dipnotları sırası aynıdır. Alıntının sonundaki rakam Oktay'ın makalesindeki 15. dipnotunu göstermektedir.)

İşte budur "ünlü" alıntı. Ünü, bugüne kadar, bir çok popüler kültür üzerine yazılan makale’de ve kitap’ta bol miktarda kullanılmasından gelmektedir. Anlaşılan çok sevilmiştir. Ve konu ile yakından ilgili olmayan bir kişi tarafından (Ahmet Oktay) kitap haline getirilen makalelerinin birinde de kullanılmıştır. Bu kitap da çok sevilmiş ve dört baskı yapmıştır.

Ancak tuhaf bir şey de olmamış değildir bu ünlü “alıntı” sayesinde. Genellikle ünlü alıntılar, alıntının orijinal müellifini de “ünlü” yaparlar. Oysa bu alıntı müellifine pek bir ün sağlamamamıştır. Neden mi? Çünkü, çoğunukla, bu “ünlü” alıntı, Ahmet Oktay’a atfedilerek kullanılmıştır; yer yer de, “intihal” olarak yer almıştır bazı makalelerde. Ancak, bu ünlü alıntı, 1993’te Ahmet Oktay iktibas etmeden çok önce, Veysel Batmaz tarafından, “Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal Yaklaşımlar” başlığı ile AİTİA, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nun dergisi olan İletişim’in ilk sayısında yayınlanan makalesinde yazılmıştır. Hem de, sözkonusu Batmaz’ın yazısı genel olarak birincil kaynaklardan, adı üstünde bir “yaklaşımlar taraması ve sergilenmesi” olduğu halde, bu tanım, o yazıdaki ender orijinal (yani tamamıyle Veysel Batmaz’a ait olan) cümlelerden biridir. Yani, tanımın ve cümlenin orijinal müellifi Veysel Batmaz’dır. Bu konuda ve genel olarak popüler kültür konusunda Ahmet Oktay ile Veysel Batmaz, Radikal 2’de bir polemik yaptılar. Bu polemikte yer alan ve bu ünlü alıntının yer aldığı Veysel Batmaz’ın yazıları yakında yayınlanacak MEDYA POPÜLER KÜLTÜRÜ GİZLER (Karakutu Yay., Ekim 2005) adlı kitapta yer alacak.

Aslında Ahmet Oktay yanlış bir şey yapmamıştır, bu ve diğer yararlandığı yerlerin hepsinin Veysel Batmaz tarafından yazıldığını dipnotlarında açıkça göstermiştir. Hatta yukarıdaki o ünlü alıntıyı işaretleyen 15. dipnotunda da bu cümlenin Veysel Batmaz tarafından yazıldığını belirtmiştir; hâttâ, 9. dipnotta, “Ben burada doğrudan Batmaz’ın yazısını izliyorum” diyerek, kitabının ilk üç makalesinin tamamıyle olmasa da yüzde doksanının Batmaz’ın sözkonusu yazısının bir yeniden yazımı olduğunu okurlara ilan etmektedir. Bununla da kalmamakta, Batmaz’dan bire bir alıntıladığı bütün yerleri dipnotları ile Batmaz’dan aldığını göstermektedir. Bazı durumlarda, Aristotales’ten ve Faust’tan bahsettiği girizgahlarda, hafif bir intihal’e başvurmuyor değildir ama olur o kadar, kadı kızında, Oktay ne de olsa, devasa bir edebî mülliftir; Aristo’nun Poetika’sını ve/veya Faust’u okumamışlığını pek göstermek istemiyordur, arşı aleme. Ya da okumuştur da, o da Batmaz gibi düşünüyordur...Olur a! Ne var bunda! Ne var ki, bizim sarsak popüler kültür akademik-müellifler, bu ünlü alıntı da dahil olmak üzere, popüler kültür ile ilgili yazdıkları o “bilimsel-puansal” makalelerinin çoğunda, bu ünlü alıntıyı ya intihal ederek, ya da Oktay’a atfen kullanmaya devam edegelmektedirler. O yoğun bilimsel-puansal uğraşıları esnasında kimsenin dipnotu falan okuyacak zamanı yoktur, çalakalem Türkiye’ye bilimden bilim katma ile uğraşma sevdasına düşmüşlerdir, sadece yazmaktadırlar, okumak zaten “mesai saatlerine uymayanlara” özgü fuzuli bir iştir..

İşte o ünlü alıntının hikâyesi bu.

Şimdi gelelim bizim Fakülte Dergisi’nin 19. sayısının (Yayın yılı 2004) 403. sayfasına. Bu sayfa, Nejda Çılbıyıkoğlu adlı ve çalıştığı kurumun adının da dergide zikredilmediği bir Dr.'un “Popüler Kültür ve Medya İlişkisi” adlı makalesinin ikinci sayfası. Giriş, cümlesi de şu: “Bu yazıda kısaca, popüler kültür ve medya ilişkisine değinilecektir.” Değinilecektir değinilmesine de, lâtif bir giriş cümlesinden sonra, “kısaca” da olsa, normal bir akademik okur, bir yirmi otuz sayfa beklenmektedir yazardan çünkü sadece popüler kültürü değil; bir de medyayı anlatacak ve ilişkilerine değinecektir ve yazının sınırı yoktur ve bazen “sıfır noktasındadır” ama akademik yazılar kısa da olsa, on onbeş sayfada ancak kavratabilirler okurlarını ele aldıkları konularda. Oysa, bilimsel-puansal bu makale, özet ve kaynakça hariç tam altı sayfadır. Yazar, sözünü tutmuş, en kısa haliyle bizleri bilimsel nurundan istifadeye mazhar kılmıştır. O kadar kısa tutmuştur ki bu makaleyi; 403’üncü sayfada iktibas ettiği o çok beğendiği ve ünlü cümlenin Oktay tarafından değil de, Batmaz tarafından yazıldığına bile yer vermek istememiştir. Kısalık işte buna denir. Hani bir lâf vardır, “kısa yazacak kadar zamanım yok”; yazar bu lâfa da kısa bir rahmet okutmuştur. Ben de “kısa” yazacak olursam, Veysel Batmaz’ın Fakültesi’nin dergisinde, bir yazar, Veysel Batmaz’ın yazdığı bir cümleyi, bir başkasının cümlesi olarak göstermiştir.

Alıntıdan alıntılamanın bilimsel literatür kurallarına göre yolu yordamı vardır: Eğer bir alıntılanan cümle, bir kaynakta başkasından alıntılanmışsa ve bu açık olarak gösteriliyorsa, şu ibare ile alıntılanır: “Batmaz, 1981, aktaran Oktay, 1994, s: 23” ya da “Batmaz’dan (1981) aktaran Oktay, 1994, s: 23.” Ve kaynakçada, gerekirse, ilk alıntı yapılan makale de yer alır. Zaten alıntıdan alıntılama, makalenin konusu ile ilgili olmayan bir başka kaynaktan alıntılayan bir yazara atfen yapılır. Eğer kaynak yazılan makale ile doğrudan ilişkiliyse, o makale zaten kaynak olarak doğrudan kullanılır. Nitekim, Batmaz’ın sözkonusu makalesi, Türkiye’de yazılan tüm popüler kültür yazıları için neredeyse bir klasik olmuştur. Bunu bilmeyen HAKEM, bunu bilmeyen popüler kültür yazısı yazarı, Türkiye’de olamaz; olursa “akademik” olarak kifayetsiz demektir. Anlaşılan, ne hakemler, ne yayın kurulu, ne de yayın sorumlusu farkındadır bu kuralın! Yayın danışmanları zaten göstermeliktir. Neden böyle abuk sabuk yerlerde yer almayı paye sanırlar, belli değildir. (NOT: Dergi’nin aynı sayısında yer alan M. Bilal Arık’ın “Popüler Kültüre Temel Yaklaşımlar” başlıklı makalesi, her nedense Ahmet Oktay’ı kaynak olarak kullandığı halde bu “ünlü” alıntıya itibar etmemiştir. Eleştirilecek çok yer olmasına rağmen, makalesi genelde bilgilendirici ve eli yüzü düzgün bir taramadır. Bir anlamda Batmaz’ın 25 yıl önce yazılan makalesini farklı bir açılımla “update” etmektedir.)

Bu tür hatalar, hem bu Dergi’de, hem de hakemli olduğunu iddia edilen bir çok üniversite dergilerinde sıkça rastlanır. Belli ki, sözkonusu yazara bunların hiç biri öğretilmemiştir. Ayrıca, sözkonusu makelenin “yazarı” kısa yazmakla o kadar meşguldür ki, bu tür “biçimsel” kuralları belki de işi uzatacak bir “bürokratiklik” zannetmektedir. Ancak, bu tür hatalar, her ne nedenle yapılırsa yapılsın, bilimsel cehalettir. Bilimsel-hakemli bir dergide olmayacak “nanelerdir”, “haltlardır” bunlar.

Bu yazıda, Nejda Çılbıyıkoğlu’nun bu makalesindeki diğer eksiklik ve hataların ve bu dergide yer alan diğer makalelerin içeriksel eleştirilerine girmeyeceğim; bu eleştiri gerçekten yapılmalı ve doçentlik jürilerinin profesör üyeleri tarafından “hakemli dergi” olarak adedilmeyen bu Dergi’nin bu haliyle artık Fakültemizi temsil etmemesi sağlanmalıdır, ancak benim konum şu anda bu değil. Derdim, şimdilik sadece teşhir. Hemen belirteyim: Bu Dergi’nin hiç bir zaman yayın kurulu üyesi veya hakemi olmadım.

Sahibi’nin Kemal Alemdaroğlu olduğu bu Dergi’nin yayın danışmanları da, bu dergi ile zan altınadırlar. Bu makaleye, yayın izni veren hakemler de zan altındadırlar. Yayın kurulu iyice zan altındadır. Eğer bu hata gözden kaçmışsa, hemen ilk yayınlanacak sayıda, Batmaz’dan özür dilenerek, doğru alıntılama kuralları ile bu hata düzeltilmelidir. Bu bile, bu derginin bilimsel düzeyine gölge düşürmüştür. Zaten, bizim de isteğimiz, bilimsel bir dergidir, gelişigüzel derlenmiş bu “dergi” değil. Bir de derginin sonunda yer alan “Kaynak Gösterimi ve Kaynakçanın Düzenlenmesi” bölümü de, bizim Fakülteyi bilmem ama “biz”e yakışmıyor. Düzeltilmelidir. Bu konuda diğer doğru düzgün olan dergiler örnek alınabilir ya da APA’nın el kitabı ya da SSRC’nin el kitabı çevrilerek kullanılabilir.

Bu konuda Senato’ya da önemli görevler düşmektedir. Senato, üniversitemizde yayınlanan resmi hakemli dergilere bir çeki düzen vermelidir. Çünkü Üniversitemizin en yüksek akademik karar organıdır.

Bundan sonra, işbu Dergi’yi, hem bilimsel etik, hem de bilimsel içerik ve biçim olarak ele alacağız.

Zaman gelmiştir.

Prof. Dr. Veysel Batmaz

14 Eylül 2005

SENATO TARİHİNDE BİR ÜÇÜNCÜ "İLK"


SENATO TOPLANDI...

13 Eylül 2005 tarihinde yeni öğrenim dönemindeki ilk toplantısını yapan İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun aldığı en ilginç karar yine İletişim Fakültesi ile ilgili oldu. İletişim Fakültesi Rd-TV Anabilimdalı Yüksek Lisans Öğrenci Kontenjanı 15’den 16’ya çıkartıldı. SBE bünyesinde, diğer bazı Fakültelerin kontenjanları, belki gereksiz, belki de gerekli 15’den 20’ye, ya da 8’den 15’e gibi, yine de “makul” oranlar ve çoğaltmalarla yükseltilirken, İletişim Fakültesi yine kedine özgü komikliklerden birini yapmış durumda. Kontenjan’da bir kişilik artış ne demek? Hangi bilimsel, akademik ve hâttâ hukuksal gerekçe bu komik artışı açıklar. Senato toplantısında, SBE Müdürü tarafından, bu konuyu “garip” bulan ve itiraz eden İletişim Fakültesi Senatörü’nün sorusu şu şekilde cevaplandı: “Kontenjan artışı kararı, Dekanlıktan gelen talep üzerine, en alt baraj notu olan 60 puanı 16 kişinin geçmesi üzerine alındı.”

Bu cevap doyurucu bir cevap değildir: Kontenjanı 15 olan ama her nedense 16 kişiye 60 puan veren (% 15’i mülakat) jüriyi, bu bilimsel titizliği ve adalet terazisindeki hassaslığı için kutlamak gerekir. Sanıyoruz, bunda Fakültenin "TSE-9001 kalite damgası" büyük rol oynamıştır.

Yine de şu sorular güdemde: Bu bölüme kaç öğrenci başvurdu?
Bu karar "resmi yazışma" olarak mı alındı?
Bu konuda Yönetim Kurulu kararı var mı?
Dekanlık Yönetim Kurulu’na sormadan reesen bu kararı mı aldı?
16. öğrenci kim?

Bilindiği gibi, İ.Ü. Senatosu’nun Cumhuriyet tarihinde (1933’den sonra) sadece iki “garip” durumla karşılaşmıştı; bunların ikisi de yine İletişim Fakültesi ile ilgiliydi: Senato’da son dört yıldır İetişim Fakültesi Senatörü yoktu; bu durum yasal teşekkül sakatlığı yaratarak hukuki olarak Senato’nun bu dört yıl boyunca aldığı tüm kararların “yok hükmünde” olmasını sağlıyordu; ikinci olarak da, Senato, İetişim Fakültesinin tüm anabilimdallarını yasaya aykırı ve bilimsel gerekçesiz, bir celsede kaldırıvermişti. Bu da İletişim Fakültesi’ni yasal olarak “yok hükmünde” yapıyordu. Şimdi bu iki “garip” Senato durumuna yine İletişim Fakültesinden kaynaklanan üçüncü bir komik "ilk" daha eklendi: Bir yüksek lisans programının 15 olan kontenjanı, sınavdan sonra 16 oldu.

Bu durumu, başta o mülakatı yapan jüriler ve Dekanlık olmak üzere, yukarıdaki sorularla birlikte, kamuya havale ediyoruz.

Not: Fotoğrafın İletişim Fakültesi veya Senato kararı ile ilgisi yoktur; sadece başka bir haberde kullanamayacağımız ve editörümüzün çok beğendiği bir fotoğraf olması nedeniyle burada kullandık...

11 Eylül 2005

YENİ ÖĞRENİM YILININ İLK TOPLANTISI


SENATO TOPLANIYOR...


İstanbul Üniversitesi Senatosu, 2005-06 öğrenim yılının ilk toplantısını 13 Eylül 2005 tarihinde yapıyor.

Senato bilindiği gibi her Fakülte, Yüksekokul ve Enstitünün, Dekan ve Müdürleri ve Fakülte Kurullarınca seçilen bir öğretim üyesi Senatör’den oluşuyor. Başkanlığını Rektör yapıyor. Üniversitenin en yüksek akademik karar organı. Özellikle, yönetmeliklerin ve müfredatın (ders programlarının) kabul veya red edildiği yer.

İstanbul Üniversitesi Senatosu, 2004 yılının Ekim ayına kadar İletişim Fakültesi Senatörünün tam dört yıldır seçilmemiş ve Senato’da yer almamış olmasından dolayı “kadük” kararlar alıyordu. Aldığı kararlar idari ve akademik açıdan “yok hükmündeydi.” Buna karşın, 2002 yılının Mayıs ayı toplantısında, İletişim Fakültesinin bütün anabilimdallarını basit ve akademik ve bilimsel olmayan ve en önemlisi de hukuki olarak sakat bazı nedenlere (!) dayanarak kaldırmış ve zamanın “Kemal Gürüz YÖK’ü” bunu onaylamış ve hukuki olarak “olmayacak,” yasaya aykırı ve sakat bir karar almıştı. Anabilimdallarının bütünüyle kaldırılmasına neden, İletişim Fakültesi Dekanı tarafından yazılan bir raporda da yeraldığı gibi, “anabilim dalları ile doçentlik bilim alanlarının örtüşmemesiydi.” Oysa, biliniyordu ki, ya da Senato üyeleri farkında olmalıydılar ki, doçentlik Türkiye’de üniversiter bir ünvan değil; üniversite dışından da alınabilen, aynı yüksek lisans veya doktora gibi, bir bilim ünvanıdır. Dolayısıyla, “örtüşmenin” olması gerekmemektedir. Türkiye’de hali hazırda geçerli olan hukuka göre, sadece Yardımcı Doçentlik ve Profesörlük “üniversiter kıdem” ünvanıdır. Bu neden olarak gösterilen “örtüşmemezlik,” sadece bununla kalmayan, ayrıca, Üniversitelerarası Kurul Doçentlik Yönergesine göre de olamayacak bir şeydi çünkü bu Yönergeye göre, doçentler “bilim alanlarına” göre ünvan alıyorlardı; “anabilim dallarına” göre değil. Anabilimdalları ise bir Fakültenin teşkilatlanması için temel taştı. Yasa açıkça, “her Bölümün en az bir anabilim dalı veya bilim dalından oluştuğunu”amir hüküm olarak vaaz etmekteydi. Nereden barsanız bakın, saçma ve kadük olan bir Senato kararıyla İletişim Fakütesinin kanunî teşkilatlanma yapısı hukuksal olarak sakat konuma düşürülmüştü. Bu hâlâ sürüyor... Buradan çıkartmamız geren ders şu: Ne kadar “yüksek” görünürlerse görünsünler, hukuksuzluğu her organ veya merci yapabilir; o nedenle mağduriyetimiz karşısında gideceğimiz tek yer YASA ve MAHKEMELERDİR. Bu yüzden, her gün, durmadan, bizi ilgilendiren YASA’ları okuyalım, tartışalım ve eğer “hak ve adalete” sahip değilse bu YASA’lar, onları eleştirip, düzeltilmesine çalışalım.

Anabilimdallarının İletişim Fakültesi’nde olmaması, okula akademik elaman (özellikle öğretim üyesi) alımında ve ünvan yükseltilmesinde önemli hukuksal sakatlıklar yaratmaktadır. Anabilim dalı olmayan bir Fakültede yapılan bütün ünvan atama ve yükseltmeler hukuk dışıdır. Kanuna ve teamüllere göre, öğretim üyeleri Bölümlere tayin edilemezler; anabilim dallarına tayin edilirler.

Müfredata gelince, bu konuda da İletişim Fakültesi kadük durumdadır. 2002 yılında yapılan müfredat iyileştirilmesi, sonraki her yıl, Senato’ya sokulmadan değiştirilmiş ve bu yolla da mezunlara (diploma hak sahiplerine) hukuksal boşluklar yaratılmıştır.

Umarız, yeni önemde yeni Senato tüm bu güçlükleri aşacak ve o ünlü, her görenin tanıdığı, eski İttihatçı, anti-Atatürkçü Enver Paşanın Harbiye Nezareti olan, İstanbul Üniversitesi kapısını, “İttihatçı Bab-ı Âli Kapısı” görünümünden çıkartarak, Türkiye’nin anayasalarını hazırlamış bir Hukuk Fakültesine yaraşır bir biçimde “Hukuk Kapısı” yapacaktır. Oradan giren herkes Hukukun güvencesini kılcal damarlarına kadar hissedecektir.

NOT: Fotoğrafı masaüstünü indirerek Mustafa Kemal'in sözünü de okuyun... Önemli...